Bölüm 5 • Yüzyıllık Karanlık Uğultusu

32K 2.2K 2K
                                    

İki yanı ağaçlarla çevrili, toprak bir yola girdiğimde navigasyon yaklaştığımı ilan etmişti. Özel alan yaratmaya yetecek düzeyde birbirlerinden ayrılmış evler arasında sınırları oluşturan bahçe çalılarının yanı sıra oldukça mesafe vardı. Araba biraz daha ilerlediğinde; modern tasarımlı, iki katlı, taş duvarlı eve ulaşmıştım. Burasıydı. Arabadan anahtarı, telefonu ve yan koltukta duran dondurma kutusunu alarak indim.

Evin taş duvarları siyahtı, yerde ve girişte minik aydınlatmalar yapılmıştı, modern yapısı göz dolduruyordu. Babamın ya da Hakan Pars'ın yaptığı gibi bir arazi işgali de söz konusu değildi, yine de tek kişi için fazla büyük bir yer kaplamaydı. Ön bahçesi bakımlı ve boştu, yaşam alanı arka bahçeye kurulmuş olmalıydı. En azından benzeri evlerde öyle olurdu. Pars pek yaşayan bir organizma olmadığından onun arka bahçeye oturma grubu, oyun sahası gibi faaliyet gerektiren yatırımlar yaptığını düşünmüyordum. Bahisleri açmak için, sarı keçeli kalemin kapağını dişlerimin arasına sıkıştırıp çıkardım ve aklıma Atlas ve Pars yazan bir puan tablosu oluşturdum. Sarı keçeli kalemi tekrar kullanmak üzere zihnimin çekmecelerinden birine kaldırırken parmaklarım da boş durmamış ve zile basmıştı.

Kapının açılmasını beklerken kendi kendime bir şarkı mırıldanmaya, sağ ayağımın topuğunu ritmik bir şekilde yere vurmaya başlamıştım. Zile bir kere daha bastım. Sakat bir diz fazla zaman kaybına sebep oluyor olmalıydı. Açılmasını beklemeye sabredemediğim için değil ama şarkıma melodik bir mix oluşturduğu için mekanik bir ton ile çalan zile bir daha bastım. Dördüncü kez basacaktım ki kapı açıldı.

"Parmağını sikeyim Onat."

Kapı açılmış, Pars büyüyen gözlerini beni gördüğünde şaşkın ama standart bir boyuta indirmiş, siyah tişörtü başından geçirmek üzere ellerinde tutarken yüzüme baka kalmıştı.

"Çok ayıp," dedim, küfür etmesi büyük büyük büyük bir şeymiş gibi ayıplayarak. "Arkadaşın o senin."

"Atlas," dedi, adımı söylerse şaşkınlığı silinecekmiş gibi.

Siyah tişörtü başından geçirip altını çekiştirerek düzeltti. Göğsündeki ve kollarındaki dövmeler çoğalmıştı. Kendi üzerinde deneme yapmaya devam ediyor olabilirdi. Altında beli giymekten bollaşmış, dizlerinin birkaç parmak üstünde biten siyah bir şort olduğundan ilk denemesi görünür haldeydi. Dizinin hemen üzerindeki Memento Mori dövmesinden bakışlarımı kaldırdığımda, sakatladığı dizinde yazan yazı ilk kez bu denli somuttu.

"Özlem gidermeye mi geldin?"

Elimdeki dondurma kutusunu karnına bastırarak eline tutuşturdum ve davet beklemeden içeri girdim. "Çok beklersin."

"Birkaç saat önce de sanki buna benzer bir şey söylemiştin?" Kapıyı kapattığında siyaha yakın, gri mermer duvarlarla çevrili koridorda dümdüz ilerledim. Bir noktada salona çıkarım diye düşünüyordum.

Değneği bırakmıştı ama sağ dizini bükmeden yürümeye çalıştığı için ayağını sürüyordu. Elindeki dondurma kutusunu kaldırdı. Sorgulayan bakışları bir açıklama beklediğine işaretti.

"Naneli yoktu," dediğimde kaşlarını kaldırmıştı. "Hem kim naneli dondurma sever ki?" Yüzümü buruşturdum. "Karadutlu aldım."

Yüksek duvarlı soğuk bir his veren koridordan, üç oda büyüklüğünde, iki duvarı boydan boya cam olan ve arka bahçeye bakan salona girdiğimde bir kere daha ona döndüm. Birkaç adım sonra yanıma ulaşmıştı, elindeki dondurmayı herhangi bir yere koyma gereği duymadan salonun en ucunda, üç duvardan cam ile kaplı olmayan tek duvara yaslamış, koyu gri nevresim takımı ile kaplı yatağa doğru ilerledi. Sol bacağının arkasında, baldırının üzerindeki pars portresi şeklindeki dövme de yerli yerindeydi.

Kırmızı HaziranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin