Bölüm 42 • Saklı Gölge Söküğü

21.1K 1.6K 1K
                                    

Holaaaa, 

Bu normal şartlar altında ilk kısmın bitiş bölümü olacaktı ama olamadı. Birkaç bölüm daha ilk kısımdayız. 

Bölümde eminim hatalar vardır çünkü gözden geçirecek vaktim olmadı. Siz okurken bakacağım ama gözlerim aralıksız ekrana bakmaktan ağrıyor, o sebeple bir süre ortalık dağınık kalabilir. Neyse ki yabancı yok aramızda<3

Keyifli okumalar diliyor ve  bölüm ile aranızdan çekiliyorum.

İrem Pelin xx

🩸

Ölmek müthiş bir serüven olacak.

Aras'ın yaptığı alıntıyla başımı gökyüzüne kaldırdım.

Öyle mi dersin, diye sordum.

Ben demiyorum, dedi. Peter Pan diyor.

Gözler üzerime çevrilmeden başımı yere eğdiğimde, yüzüme yayılan gülümseme kimse fark etmeden gizlenmişti.

Düşler Ülkesi sence ne kadar uzakta diye sorduğum bir sabah, elbette en sevdiğin masal kitabı Peter Pan olacaktı, demişti Pars.

Çok küçüktük, onların evine her cumartesi kahvaltıya davet edildiğimiz zamanlardı. Nesrin Teyze henüz susmamış ve bize anne eksikliği hissettirmemeye çalışıyordu.

Karşılaştıracak kadar çok cenazede bulunmamıştım. Yine de, bunun katıldığım en kalabalık cenaze olduğunu söylemek için bir karşılaştırma yapmama gerek yoktu.

Mezarlığın bulunduğumuz noktasından, girişine kadar uzanan kalabalık istisnalar dışında tek renkti. Siyah. Binlerce insandan oluşan bir topluluğun aynı duygular içinde olması zor rastlanır bir durumdu. İçinde bulunduğumuz topluluğun ise bir büyük ortak noktası vardı. Samimiyetsizlik.

Biraz sonra beyaz kumaşın içinde toprakla buluşacak bedenin birinci dereceden yakınları dışındaki herkes buraya kendini göstermeye gelmişti.

Bir kısmının göstermek istediği kendi bile değildi. Soyadıydı.

Kazılan toprağın birkaç adım gerisinde durduğumuz için en yakınlarının yüzlerini net bir şekilde görebiliyordum. Karısı olduğunu bildiğim kadın iki ayrı kadının kolunda, ayakta durmakta zorlanır vaziyetteydi. Hemen yanında otuzlarının başında görünen kadın, adamın büyük kızıydı. Onun yanındaki ise oğlu. Timur Serez. Kızın adını da söylediklerini duymuştum. Çiğdem olmalıydı. Hemen yanında eşi ve iki çocuğu duruyordu. Burada bakınca büyük ve birbirlerine bağlı aile görüntüsü çiziyorlardı.

Ekrem Amca, babamdan ve Hakan Pars'tan büyük olduğundan ya da onu zaten uzaktan tanıdığımdan olsa gerek, onlara göre daha aile babası görüntüsü çizerdi. Onun ellerinin kirli olabileceğini hiç düşünmemiştim.

Görkem Taşkıran ile yaptığım görüşmeye kadar, babam ve Hakan Pars'ın ellerinin bu kadar kirli olduğunu da bilmiyordum. Evet, sahip oldukları güç ve parayı ellerinde tutmak için o elleri kirlettiklerini, birilerinin üzerine basarak en yükseğe, zirveye ulaştıklarını biliyordum ama benim bildiklerimin bir sınırı vardı. Hayal gücümün de öyle... Bu kadarını tasvir edemezdim.

Ekrem Serez tutuklanmasının üzerinden henüz birkaç saat geçmişken içeride kalp krizi geçirmişti. Elbette herkes bunun doğal bir ölüm olduğuna, üzerine atılan suçun -çoğu kişi bunu bir itibarsızlaştırma olarak görüyordu- onuruna ağır geldiğine, bu sebeple kalp krizi geçirdiğine inanıyordu.

Madrid'den hiç dönmemiş olsaydım ve bugün bu haberle karşılaşsaydım, yüksek ihtimalle ben de o insanlarla aynı düşünecek ve babamın arkadaşı adına üzülecektim. Mezarı başında ayakta duramayacak halde, abisinin koluna sarılan en küçük kızı gibi. Abisi, hatta ablası bile ondan dirayetliydi. Buradan bakıldığında ailedeki işlerden habersiz olan o gibi görünüyordu. Bade Serez, eskiden durduğum çizgide duruyordu. Londra'dan apar topar babasının cenazesi için gelmişti ve geri dönmezse hayatının en büyük aptallığını yapacaktı. Tanışıyor olsaydık döndüğümden beri bana söyleneni söyler, buradan git, derdim.

Kırmızı HaziranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin