Olduğumuz yere yaklaşan adımları duyduğumda Pars'ın omuzlarına tutunarak bacaklarının üstünden kalktım. Bir adım gerilediğimde kirpiklerini örtmüştü. Elimi ona doğru uzatıp bulunduğu yerden kalkmasını sağlamak istemiştim ama faydası olmadığını biliyordum. Pars, uzanıp kaldıramayacağım kadar derine gömülmüş görünüyordu."Pars?" diye seslendi Onat yanımıza ulaşmadan hemen önce.
Onat tezgaha ve yere şöyle bir baktığında yüzündeki şaşkın ifade yerini kaygıya bırakmıştı. Bu manzarayı daha önce görmüş, bu anı daha önce yaşamış gibi kabullenmişti durumu. İklim gözlerinde ise daha net bir duygu vardı. Anlayış.
İkisi de bu duruma belli ki daha önce şahit olmuşlardı, ben ise ilk kez Pars'ın öfkesini bu kadar yoğun görüyordum.
Onat ona yaklaştığında Pars ellerini yere yaslayarak doğruldu. Cam kesiklerinin etini kesmesinden daha büyük dertleri olduğundan olacak ki ellerini bastırdığı yeri kontrol etmemişti. Sırtını dolaba sürterek doğrulduğunda gözleri benim gözlerimle buluşmuş ama hemen sonra dağılan ifadesini toplamıştı.
Pantolonunun belini çekerek düzeltti. Ellerini saçlarına attı ve üst tutamları gelişi güzel karıştırdı. Öfkeden kızaran suratının bir önemi yokmuş gibi "Gidin artık," dedi. Ortaya, öylece.
"Şurayı bir toparlayalım ön-"
"Toplanacak bir şey yok."
İnkar.
7 günahtan biri değildi ama işte en az onlar kadar ölümcüldü.
"Ben seninle kalabilirim."
"Gerek yok," dedi.
Bakışları hiçbirimiz ile buluşmadan mutfaktan çıkmıştı. Ardında bıraktığı yıkıntıyı görmezden gelmesi boşunaydı. Yere saçılan cam kırıklarından, dolap parçalarına kadar işte hepsi buradaydı. Bakmadığımızda yok olmuyordu.
"Babası mı bir şey dedi?" diye sordu İklim.
Bakışlarımı yıkıntıdan çekip İklim'in koyu kahverengi gözlerine çevirdim. Onaylamak için önce hafifçe başımı sallamıştım.
"Erdinç mevzusu için uyardı."
"Biz siz konuşuyorsunuz diye kapıyı kapatmıştık." Onat kararsız bir ifadeyle ensesini kaşıdı. "Ben bakayım şuna bir, çekip gitmesin."
Yanımızdan ayrıldığında bakışlarım yeniden mutfağa döndü. Yere saçılan parçalar sorun değildi de Pars'ın öfkesinin rengi çok koyuydu.
"Şaşırmadınız?" dedim, bakışlarımı cam kırıklarından ayırmadan. "Daha önce yaşandı mı böyle bir durum?"
"Öfkesini kontrol etmiyor artık. Bir eşiği geçince dönüş yolunu bulamıyorsun ya da aramıyorsun."
Başımı çevirdiğimde İklim'in bakışları da bana dönmüştü. Yaptığını doğru bulduğunu düşünmüyordu ama işte anlıyordu. Hak vermek gibi değil de içinde bulunduğu durumu bütünüyle kavramak gibiydi bu anlayış.
"Daha önce yaşandı öyleyse?" diye sordum tekrar.
Kaşlarını çattığında yüzüme temkinli bir ifade ile baktı. Her zamanki gibi beni tartıyordu. Tamamen güvenene kadar bu böyle gidecek gibi duruyordu. Tamamen güvenmesi için Pars'a doğrulttuğum silahı indirmem gerekiyordu ama üç adım ötede, biraz önce o silahı kontrolsüz bir şekilde indirmiştim.
Pars'ı anlamak istemiyordum. İçinde bulunduğu durumu çözümler ve anlarsam ona karşı davranışlarım değişebilirdi. Değişmemeliydi. Özellikle Gölge'nin yazdığı son mailden sonra bu mümkün değildi. Buraya dönüşümün bir amacı vardı, bu amaçtan sapamazdım. Pars kendi sorunlarını kendisi halledecekti. İster ellerini parçalayarak ister ruhunu dinleyip yaralarını sararak. İzleyeceği yol onu ilgilendirirdi, benim izleyeceğim tek bir yol vardı o da buradan gitmek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı Haziran
Genel KurguPars, Atlas'ın önce ilk aşkı, sonra oyun arkadaşı oldu. Oynadıkları oyunun ipleri ayaklarına dolandı. Biri kaldı diğeri kaçtı. Çok zaman sonra kapı yeniden çaldı, postacı kapıya bir kaset bıraktı. Kasette Atlas'ın abisinin, Aras'ın katilinin sesi va...