• Neşeli Sonbahar Kahverengisi •

7.9K 678 137
                                    

Pars dün gece yarısından sonra gitmişti.

Pars'ı havalimanına bırakıp eve döndüğümde, oyalanmak için kendime iş yaratmam gerekiyordu. Evi karma karışık bir halde bıraktığım düşünülürse aklımı oyalayacak iş bulmak zor olmasa gerekti.

İlk adım olarak dağınıklığı toplamak üzere harekete geçtim. Sehpanın üzerinde bıraktığımız yemek paketlerini toplayıp evin havalanması için mutfağın ve salonun pencerelerini açtım. Çöpleri daha fazla bekletmemek için hepsini büyük bir çöp torbasına toplayıp apartmanın altındaki çöp kutusuna atıp geri döndüm.

İbiza'ya gitmeden öncede yarattığım dağınıklığı toplamak umduğumdan daha kolay olmuştu. Bunda tüm odağımı işe vermemin de etkisi büyük olmalıydı. Mutfağı ve salonu toplamayı bitirdikten sonra sırada yatak odası vardı. Valizlerdeki kıyafetleri tek tek tek ayırmış, kirlileri makineye atmış, alt komşunun asla susmayan bebeğini uyandırmayı göze alarak makineyi çalıştırmıştım. Alt kata ses gitmemesini umuyordum ama giderse de beni uyutmadıkları gecelere sayabilirlerdi.

Yapılacak pek bir şey kalmamıştı ve henüz Pars'ın uçağı hareket edeli 3 saat olmuştu. Etrafta dolanıp bir süre daha elime geçen eşyaları farklı yerlere ya da zaten daha önce durması gereken yerlere bırakarak oyalanmıştım. Yine de yeterli değildi. Pars ile İbiza'da çektiğimiz fotoğrafları basabilirdim ama Pars'ın gidişini düşünmemek için uğraşırken fotoğraflarına odaklanmam pek mantıklı olmazdı. Fotoğrafları Pars döndükten sonraya erteledim, sonuçta bana söz vermiş ve 3 gün sonra döneceğini söylemişti. Fotoğraflar 3 gün bekleyebilirdi.

Kendime bir bira açıp bir süre balkonda oturduktan sonra bile yeterince vakit geçiremediğimi fark ettiğimden duşa girmiştim. Köpüklü saçlarımı saçma şekillere getirerek ünlü bir rock star edasıyla konser verdiğim bir duş partisinin ardından yeterince vakit ve su harcadığıma emin olarak banyodan çıktım. Benim suçum değildi, hep Pars yüzündendi. Pars sadece sağlığa değil çevreye de zararlıydı.

Gitmesinin gerekmesi gitmek zorunda olduğu anlamına gelmiyordu. Ben onu ütülü adamlardan ve canavarlardan korurdum. Birlikte ülke ülke ülke gezdiğimiz bir hayat kurup gerekirse peşimizdeki karanlık güçlerden kaçardık. Bir süre sonra onlar kovalamaktan sıkılır ve bizi rahat bırakırlardı. O zamana kadar güzel şarkılar eşliğinde kilometrelerce yol giderken ben Pars'ı sevdiğim şehirlerde saklardım.

Şarkılarımı ve şehirlerimi benimle bırakıp gitmişti. 3 gün sonra gelmezse onunla bir daha asla konuşmayacaktım. Şarkılarımı alıp sevdiğim şehirlere tek başıma gidecek, gözlerindeki haylaz parıltıları da, sabahları nasıl güzel uyandığını da, alkolün etkisiyle gevşediğinde benimle nasıl baştan çıkarıcı dans ettiğini de unutacaktım.

Tamam unutmayacaktım.

Kaçtığım, korktuğum, yıllarca reddettiğim ne varsa buradaydı işte. Tam karşımda duruyordu somut halde. Pars kimsenin yıkmaya değil dokunmaya gücünün yetmeyeceği duvarı yerle bir etmiş, hep ona ait olan ama yıllardır ikimizin de varlığını unuttuğum o yere kurulmuştu. Kaçacak yerim kalmamıştım, artık sadece onu alarak gidebilirdim uzak ülkelere. Pars'ın yakınımda olmadığı bir hayale uyanmak dahi istemiyordum ve işte hep buydu teslim olmaktan korktuğum.

Şimdi ne olacaktı? Pars'ın toprağına saldığım köklerimle nasıl hayatta kalacaktım? Pars'a rağmen Atlas olmayı biliyordum, Pars'la birlikteyken Atlas olmayı biliyordum ama bu kez başkaydı. Pars'ın hayatındaki önemi kabul etmiş ve bir tek Pars'ı kalmış bir Atlas olmayı bilmiyordum. Belli ki öğrenecektim.

Pars'ın benim valizimde kalan soluk siyah tişörtünü üzerime geçirip ıslak saçlarımı kendi haline bırakarak odadan ayrıldım. Dolaptan bir şişe daha bira aldıktan sonra balkona çıkıp oturdum. Sokak sessizdi. Bar çıkışı için geç, sabah işe gidenler için erken bir saatti. Beck's şişesini tahta masanın üzerinde çevirirken, ayaklarımı balkondaki ikinci sandalyeye uzattım.

Kırmızı HaziranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin