Gökyüzüne uzanan ağaçlar, soğuk mezar taşları, her adımda değişen isimler, kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan tepedeki güneş, başımdaki korkunç ağrı, günün aydınlanmasını beklerken üç dakika bile kapanmadığın sızlayan gözlerim... Korkunç bir güne başlamak için gereken her şey tamamdı.
Başıma saplanan keskin ağrıyı biraz olsun hafifletmesi için taktığım güneş gözlüklerini geriye itip adımlarımı hızlandırdım. Sabahın ilk saatlerinde mezarlığa gelmiştim çünkü Tarık Bey'in eşinden öğrenmem gereken önemli bir bilgi vardı ve burada yeniden karşılaşmış gibi yapmak, özellikle bugün her zamankinden daha fazla, az cümle kurma zorunluluğu yaşayan zihnim için işi kolaylaştıracaktı. Burada bulamazsam evlerine gitmek zorunda olacağım gerçeğini şimdilik görmezden geliyordum çünkü başım giderek daha yoğun bir şiddetle ağrıyordu.
En son ne zaman yemek yediğimi hatırlamıyordum. Dün bir ara yemiş olmalıydım. Midemdeki huzursuz hissi su içerek dindirebilir, kahve içerek biraz olsun zihnime harekete kazandırabilirdim ama ikisini de henüz yapmamıştım. Mezarlığın asfalt zemininde sertçe çarptığım topuklarım içimdeki çığlığı biraz olsun dışa vuruyordu.
Arabayı alıp uçurumdan çekildiğim andan beri hiç konuşmamıştım. Dudaklarım o andan beri kapalıydı, tırnaklarım avuç içlerime batarken odaklandığım tek bir şey vardı, dosyadan çıkan anahtarın nereyi açtığı.
Tarık Güngör yazılı mezar taşının tam karşısında durduğumda gözlükleri çıkarıp kenardaki mezarın ucuna oturdum.
"Tarık Bey," dedim, saatler sonra konuştuğum için hırıltılı çıkan sesimle. "Dosyadaki detaylar çok ilgi çekiciydi. Sabaha kadar didik didik didik ettim. Ve inanır mısınız bilmem ama bu ziyaretle birlikte en çok geldiğim mezar sizinki oldu."
Tarık Bey bir cevap vermediğinde konuşmaya devam ettim. "Daha önce bir mezar taşı ile konuşmamıştım. Çoğu insanla konuşmaktan pek farkı yokmuş. Cevapsız kalma kısmı kötü olsa da zaten insanlar da söylediklerinizi genelde bu düzeyde anlıyor."
Siyah dar pantolonun arka cebindeki anahtarı çıkardım. "Bu size ait," dedim, özellikle kart anahtarlığı göstererek. Üzerinde ismi yazıyordu, oradan tanırdı. "Bunun nereyi açtığını söyler misiniz lütfen?"
"Öyle görünüyor ki söylemezsiniz..."
Oturduğum yerden kalktım. 52 yaşında bir kadının mezarıydı. 2 yıl önce ölmüştü. Çiçeklere bakılırsa sevenleri vardı. Belki çocukları, belki de eşi. Kendisini başımla selamlamıştım.
"İyi günler dilerim hanımefendi..." dedim, Figen Özgümüş'e.
Tarık Güngör'e döndüğümde gözlükleri gözüme geçirmiştim.
"Dosyadaki birkaç belge dikkatimi çekti," dedim, mezarın üzerindeki mor menekşelere doğru.
"Hakan Pars ve Doğan Yarkın hakkında birkaç gazete haberi vardı. Genel bir haber dosyası mı hazırlıyordunuz bilmiyorum ama varmak istediğiniz yeri merak ettim. Anahtarın nereyi açtığını bulursam belki daha fazlasını öğrenirim."
Başımı gökyüzüne kaldırdım. "Yukarıda işler nasıl yürüyor bilmiyorum ama belki bir işaret gönderirsiniz?"
Göndermeyecek gibi görünüyordu. Zincirlikuyu'dan yaka paça Bakırköy'e sevk edilmek planlarım arasında olmadığından mezarı ve mor menekşeleri rahat bırakmam gerekiyordu.
Tarık Güngör'e kısa bir selam verdiğimde geriye doğru bir adım atmıştım.
"Umarım bir kere daha görüşmeyiz Tarık Bey, babamın hiç görmediğim annesinin mezarına dahi gitmediğim düşünülürse, buraya bir kere daha gelmem adaletsiz olur. Hoşça kalın... Umarım en azından siz ferah bir yerdesiniz çünkü bugün hava kırk derece."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı Haziran
General FictionPars, Atlas'ın önce ilk aşkı, sonra oyun arkadaşı oldu. Oynadıkları oyunun ipleri ayaklarına dolandı. Biri kaldı diğeri kaçtı. Çok zaman sonra kapı yeniden çaldı, postacı kapıya bir kaset bıraktı. Kasette Atlas'ın abisinin, Aras'ın katilinin sesi va...