Hızla giden araba meydan camisinden aşağıya indi. Gözden kaybolana dek arkasından baktılar. Pınar, Su'ya döndü. Kollarını bedenine dolamış, henüz kurumaya başlayan saçları elektriklenmişti. Yüzünde de korkudan çok merak ve adamdan etkilenmiş bir ifade vardı.
"Biraz daha bakmaya devam edersen telapi yoluyla adamın nereye gittiğini bulabilirsin."
Su, arkadaşını duydu. Aklını o derece kaybetmemişti. Dik dik baktı.
"Hala olayın şokundayım."
"Hepimiz öyleyiz ama sen fazla etkilenmişe benziyorsun."
"Saçmalıyorsun." Deyip ardını döndü ve nereye gideceğini bilemeden bekledi.
Semra araya girdi. "Hemen gidebilir miyiz? Korkuyorum."
Pınar, Su'yu şimdilik rahat bırakmaya karar verdi. "Polisler etrafımızda. Korkmana gerek yok."
"Sokak aralarında yoklar ama. Hedef haline gelmek istemiyorum."
Pınar gözlerini devirdiyse de Semra kadar korkuyordu.
"Ev uzakta kaldı. Bize gidelim. Daha yakın. Hem anneme durumu anlatırız."
Su ve Semra düşünceleri arasından ona baktı.
"Annem iyi bir sırdaştır, unuttunuz mu?"
Su, dişlerinin arasından konuştu. "Babamın duymasını istemiyorum."
"Meraklanma. Annene söylememesi için onu uyarırız."
Semra araya girdi. "Neden birine anlatıyoruz ki? Annen iyi bir sırdaş olabilir. Ama artık bizi takip edecektir."
Su ona hak vererek durdu. "Ve eninde sonunda bir çay saatinde çocuklarını korumak isteyen ebeveynler olarak bu durum konuşulacak."
Pınar ıslak zemine baktı. Kızlara hak veriyordu. Annesinden genelde hiçbir şey saklamazdı. Çok büyük sırlar hariç ama bunun saklanmaması gerektiğini düşünmüştü. En azından bir büyüğün desteğini alırlarsa, başlarına bir şey geldiğinde daha cesaretli olabilirlerdi.
Semra mızmızlandı. "Üşüyorum."
Pınar derin bir iç çekti. "Pekala, şimdilik söylemeyelim. Ama başımız belaya girerse beni tutamazsınız."
Kızlardan cevap gelmedi. Sıcak eve ve sıcak bir bardak içeceğe doğru hızlandılar.
***
Pınar ve Yıldız Hanım şehrin simgesi 1800'lü yılların sonunda yapılan, şehre bir gözcü gibi göz kulak olan; tarihi caminin, ağaçların kuş sesleriyle canlandığı büyük parkın, evlerine ve yurtlarına gitmek için insanların kullandığı otobüs duraklarının yanındaki Çorum Saat kulesine yakın bir dairede oturuyordu. Annesi ev hanımı ve çok sosyal bir kadındı. Akrabalarıyla parklarda çay saati düzenler, belediyenin açtığı kurslara katılır, yeni açılan AVM'nin spor salonunda yüzmeye ve yürüyüşe giderdi. Çevresi çok geniş bir kadındı.
Kocası Halit Bey Çorum'da şeker fabrikasında müdürlük yapıyordu. Fabrika için küçük ama kendileri için büyük bir kazada hayatını kaybetmişti. Pınar ve Yıldız Hanım yıkılmıştı. Tüm akrabalarına ve ailesine rağmen tek evladı Pınar'ı büyütürken hem anne hem baba olmak zorunda kalmıştı. Babasının yokluğunu çeksin istememişti. Bu yüzden de Pınar'a anneden çok bir dost olmuştu. Babasız bir evladı eve bağlamanın yolunun bu olduğuna inanmıştı. Çok ilgilenmek, akrabaların içine sokmak, istediği şeyleri makul derecede kabul etmek... Başarmıştı da.
Pınar çok şanslıydı. Pırlanta gibi bir insan, yakıştırması yapılabilirdi Yıldız Hanım için. Babasını kaybettiğinde henüz yedi yaşında küçük bir kızdı. Ölüm kavramını acı bir şekilde öğrenmişti. Onun Cennet'e gittiğini ve orada beklediğini söylemişti Yıldız Hanım. Pınar, ne yazdığını o zamanlar bilmediği yeşil bez sarılı tabuta bakarken kısa bir süreliğine ağlamayı kesmişti. Babası cenaze arabasında giderken küçücük kalbine telkin etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seni Bana Getiren Kusursuz TEVAFUK (+15)
Teen FictionAnadolu'nun küçük şehri Çorum'da yaşayan Su Parlak herkes gibi sıradan bir hayat sürdüğünü düşünüyordu. Bir gün araba kazasından kurtuldu ve Ateş Çukur ile tanıştı. Bu adamı düşünmesine gerek yoktu çünkü kader onları tehlikeli yolda birlikte yürüme...