Yüzümün nasıl bir hal aldığını kestiremiyordum fakat karşımda bir canavar görmüş gibi ağzım açık duruyordum. Yanındaki Kuzey'i unutma.
Elimdeki ilk yardım çantasını koltuğa bırakıp Kuzey'in yanına geçtim. Herkes birbirine bön bön bakıyordu. Ev sahibi olarak sanırım bir şey demem gerekiyordu fakat yanımdaki kişinin burada olması her şeyi zorlaştırıyordu.
"Hoş geldiniz," dedim zorla da olsa. Zeynep, 'Ciddi misin sen?' der gibi kaşlarını kaldırdı. Gelen misafire başka ne denirdi ki?
'Siz bir gidin ben Kuzey'in yaralarını sarayım sonra gelin mi deseydim?'
"Bizi boşuna çağırmışsın," dedi Deniz sessizliği bozarak. Şimdiden imalı cümlesindeki öznenin kim olduğunu anlamamak zor değildi. Kuzey bostan korkuluğu gibi yanımda duruyordu ama kimsenin bakışlarına ne karşılık veriyor ne de imalara kulak asıyor gibi görünüyordu. "İçeri geçsenize," dedim hafiften Kuzey'i ittirerek.
Deniz, Kuzey'e sert bir bakış atıp kanepeye doğru ilerledi. Zeynep elinde olduğunu yeni fark ettiğim içinde mozaik pasta olan borcamı televizyon ünitesinin yanına koydu.
En azından en sevdiğin pastayı getirmiş.
Kapıyı kapatmak üzere hareket ettiğimde olduğu yerden hareket etme zahmetine girmeyen Kuzey'e bakış attım. "Ben gidiyorum," dedi göz teması bile kurmadan. Kapıdan çıkmak üzere yeltendiğinde kolundan tuttum.
İfadesi sertleşip bu sefer gözleri gözlerimi bulduğunda yanlış yaptığımı anlamıştım. "Eline bakmadım daha," dedim, sanki şu an en önemli şey buymuş gibi.
Deniz ve Zeynep'in bakışlarının üstümüzde olduğuna emindim ama onlara bakacak kadar şu an cesaretli değildim.
"Gerek yok demiştim sana," dedi ve ağzımı açmama fırsat vermeden kapıyı suratıma kapatıp gitti. Geride beni iki sorgulayıcı akbabayla bırakmasına mı yoksa eli o halde gittiğine mi üzülsem karar verememiştim. Koltuktaki ilkyardım çantasını alıp hayal kırıklığıyla vestiyerin kenarına koydum.
Sonunda kendimi kanepeye attığımda Zeynep ve Deniz 32.Gün masasında karşılaşmayı bekleyen siyasetçiler gibi suratıma bakıyorlardı.
Çok güzel benzetme Işıl. Birazdan, 'Sen Abdülhamit'i savundun!' diyerek yakayı da kurtarabilirsin bence.
"Yerimize başka bir arkadaş bulmuşsun anlaşılan." Zeynep'in sesindeki ciddiyet kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Onların yerine Kuzey'i koyacağımı düşünmüyordular herhalde. "
Saçmalıyorsun. Ayrıca niye geldiniz? En son görüldü atmıştın Zeynep," dedim üste çıkmaya çalışarak.
Deniz histerik bir kahkaha attı.
"Biz gidelim istersen. Gelip işinizi böldük sanırım," dedi. Kuzey'i kastediyordu ve bu kadar takıntılı davranması sinirimi bozmaya başlamıştı. Hala da aynı suçlayıcı üslupla devam ediyordu.
Zeynep ortamın gerildiğini anlamış olacaktı ki havada sanki bir şey varmış gibi elini salladı.
"Aman kötü enerji salmayın! Geldik işte sen mesaj atınca hemen. Cevap vermeyip sürpriz yapayım dedim. Pastayı yaptım, Deniz'i de kaptım geldim işte."
Deniz'i alıp gelmesi çok normalmiş gibi konuşmuştu. Gerçi şu an birlikte oturmamız bile çok normalmiş gibi davranıyorduk. Büyüklerimiz der ya bir kahvenin kırk yıl hatırı var diye, biz o kahveyi beş yıl önce içmiştik. O kahvenin hatırı adına da ne Deniz ne Zeynep dargın kalamıyorduk.
Nasıl kahveyse artık arkadaşın sana biriyle kırıştırdığını ima edebiliyor...
Birinin artık konuyu açması gerekiyordu fakat o kişi ben olmak istemiyordum. Birinin özür dilemesi de gerekiyordu ama o kişide ben olmak istemiyordum. Çünkü belki de hayatımda ilk defa özür dilenecek hiçbir şey yapmamıştım. Deniz'in moraran burnuna baktım. Dün ki olayın izleri sanki bedenine bana bir şeyler hatırlatmak için kazınmış gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK PLAK
Teen FictionTrajik bir kazayla tüm okul arkadaşları ve kendiside dahil hayatı değişen Işıl yeni adım attığı yepyeni bir okul ve insanların arasında kendi benliğini çözmeye çalışır. Avuçlarında geçmişindeki hataları sebebiyle hep bir kir biriktirdiğini düşünen I...