34. Bölüm 'Yağmurdan Kaçarken Doluya Tutulmak'

54 7 2
                                    


Özlem duyup birini görmek istemekle, nefret derecesinde tiksinip sesini bile duymamak istemek arasında çok keskin, net bir çizgi vardır. Biri sol ise biri sağ gibi gelişigüzel bir deyim bile bunu özetleyebilir.

Ben bu çizginin sağ tarafındaydım. Karşımda görmek bir yana sesini duymaya bile katlanamadığım bir adam duruyordu. Unutmak istediğim yüzü, mimikleri, ses tonu, kibirli bakışları... Hepsi karşımdaydı.

Dudaklarını araladığı anda kopan şimşek sesiyle yüreğim hoplasa da belli etmemeye çalıştım. Sağanak yağmur bir anda başlayıp avludaki bizi ıslatmaya ant içmiş gibi yağarken, bunu önemseyemeyecek kadar put kesilmiştik.

Kollarımdaki tüyler soğuktan değil, karşımdaki Kerem'i görmemin etkisiyle diken diken olmuştu. Ayaklarım köşkün içerisindeki Kuzey'e dönüp dönmemenin kararsızlığından değil, karşımdaki Kerem'in yanından geçmek istememem yüzünden donup kalmıştı.

Yüzümdeki yara izi üstüne isabet edip düşen yağmur damlasından ötürü değil, bu yara izinin sahibi Kerem'in karşımda olmasından dolayı sızlamıştı.

"Görende cin gördünüz sanır. Özleminizden herhalde bu şaşkınlığınız," dedi Kerem alayla gülümseyerek. Gözlerimi pür dikkat gözlerine sabitleyip nefretimi hissetmesini diledim.

Bakışlarımı hissetmiş gibi bir anda kibirle açtığı kollarını iki yanına indirip gece karası gözlerini gözlerime çevirdi. O gözlerindeki karanlıkta biraz dursam, birkaç saniye zifir gibi siyah gözlerine bakakalsam boğulacağımı biliyordum.

Diliyle dudaklarını ıslatıp kenarını ısırdı ve üstündeki simsiyah dar gömleğinin gerinmesine sebep olacak bir hareketle dudağının kenarını kaşıdı. Gözlerimi tam bana bakmakta ısrarcı gözlerinden ayıracakken boğazlarını temizledi ve bakışlarımızın ayrılamamasını sağlayacak o sözleri söyledi.

"En çok da sen beni özlersin diye düşünmüştüm."

Korumalar yerlerinde rahatsızca kıpırdandı, yanımda iki koruma ise takım elbiselerinin yakalarını düzeltti.

Görkem'in gergin ve sert nefes alışlarını ensemde hissediyordum. Sağanak yağmur birer birer hepimizi sırılsıklam etmişti. Kerem'in her zaman özenle yapılmış gibi duran önü yukarı doğru taralı saçları alnına doğru sırılsıklam olup düşmeye başladı.

Gözlerinin zifiri siyahlığının yanı sırada, dağılmamaya yeminli gibi duran saçları da katran karasına sahipti. Üstündeki simsiyah gömlek ve pantolon takımıyla karanlığına daha da geceyi katmıştı.

Tek umudumsa ufukta doğmaya başlayan güneşin Kerem'in karanlığını görmemi engelleyebilecek olmasıydı.

Dudaklarından dökülen yüzsüz cümle sonucu sıktığım dişlerimi serbest bıraktım. Daha fazla put gibi onun karşısında duramayacaktım.

Yumruk yaptığım ellerimi serbest bırakıp korumaların dikkatinin üstümde olmadığını anlamamla boşluklarından yararlanıp önlerinden sıyrıldım ve Kerem'in arabasının gelişiyle açılan köşkün siyah demir kapısına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım.

"Işıl! Gel şuraya, gidemezsin hiçbir yere!"

Görkem gidişimi anında fark ederek arkamdan bağırdığında adımlarımı hızlandırmaya çalıştım fakat Kerem son anda bileğimden yakalayarak beni durdurdu. Çıplak bileğime dokunan buz gibi parmaklarıyla yıldırım çarpmışçasına büyüyen gözlerimle ona baktım.

Bana hala hangi hakla dokunuyordu? Hangi yüzle karşıma geçebiliyordu? Hangi vicdanla benimle alay edebiliyordu...?

Gözlerim yüzünden ayrılıp bileğimi sıkıca tutan buz gibi parmaklarına kaydı. Göğüs kafesimin sıkışıp boğazımın düğüm düğüm olduğunu hissedebiliyordum. Tenime değen tek bir dokunuşu bile nefretimi hissetmeme yetiyordu.

KIRIK PLAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin