42. Bölüm 'Üç Hayat Sıfır Kurtuluş'

34 2 1
                                    


 Kalbimi kurutacak bir öfkeye ve nefrete sahip olmak katlanılamayacak bir psikolojik baskıydı. Kalbimin kurumasından daha kötü bir şey varsa o da sahip olduğum bu öfke ve nefretle kaçındığım eski ruh halime ve karakterime geri dönmekti.

Bu seneye kadar hayatımda kimseden nefret etmemiştim.

Ne bana gıcığı olduğu için lisede tavırlarıyla beni küçük düşüren eski okulumdaki Edebiyat hocamdan, ne her sabah çıkarsız bir gülümsemeyle 'günaydın' dediğim metrobüsteki suratsız insanlardan, ne de tüm bunların yanında daha büyük bir sorun olarak kalan annemden...

Ta ki bu seneye kadar, bu sene ilk nefretimi tatmıştım. On yedi yıllık hayatımdaki nefretime ilk sahip olan insan Kerem'dive o adam şu an tam solumda kayıtsız bir umursamazlıkla direksiyon başındaydı.

Sırılsıklam olan üstümüz başımız arabanın koltuklarını da sırılsıklam yaparken ilk defa bacaklarımı hissetmiyor oluşum avantajım olmuştu. Vücudumun üst kısmı soğuk ve ıslakla adeta donarken alt tarafımın ne durumda olduğu hissetmediğim tek şeydi.

Kerem ıslak saçlarını sol eliyle yeniden karıştırırken siyah saç tutamları kurumamakta inatçı bir şekilde alnına geri düştü. Islak elini saçlarından çekip yola dümdüz bakar bir şekilde arabanın ısıtıcısını açarken gözlerini bir an bile olsun yoldan ayırmıyor ve özellikle benimle bir göz kontağı kurmuyordu.

Beni taksinin içerisinden bir sokak hayduttu gibi çıkarıp kendi arabasına kadar, sağanak yağmurun altında taşıdığı süre boyunca sesimi bir an bile olsun kısmamış ve avazım çıktığı kadar bağırarak, 'beni bırakmasını, ondan ne kadar nefret ettiğimi, Kuzey'e gitmek istediğimi ve adi bir adam olduğunu' tekrarlamış, tüm bu bağırışlarım sonucunda pes etmeyeceğini anlayarak beni sertçe koyduğu yolcu koltuğunda suskunlaşmıştım.

Benim direncimde maalesef bir yere kadar dayanabilmişti. Boğazlarım bağırmaktan ağrıyor, saç diplerim soğuk yağmur damlalarından ötürü hassaslaşmış bir şekilde sızlıyor ve avuç içlerimse fazla su hassasiyetimden ötürü pütür pütür olmuş bir şekilde soyuluyordu.

Tüm bu hassasiyetlerim düşünüldüğünde sessiz bir kuzu misali yolcu koltuğunda, Kerem'in bir kol mesafesi kadar yakınında oturuyor olmam anlaşılabilir bir durumdu.

Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama E-5'ten çevreyoluna çıktığımızda artık hastaneye de geri dönmediğimizi biliyor ve içten içe Kerem'in benim için kurgulamış olduğu kafasındaki planı merak ediyordum.

Belki de sonunda benim kendisine yapma hayali kurup gerçekleştiremediğim şeyi o, benim için gerçekleştirecekti. Çok arzuladığı ölümümü sonunda kendi elleriyle başaracak ve İstanbul'un sonbaharında bir Ekim günü ölümümü imzalayacaktı.

O Kerem Kozan'dı ya da diğer bir sıfatla Kerem Keskinoğlu. Ne yapacağı belli olmayan ama ne yaparsa yapsın sonu kötülükle sonuçlanacağı belli olan adamdı. Soyadı ne olursa olsun isminin bana hatırlattığı ağırlık ve nefret bile yeterliydi.

Fütursuz hareketleri, sadece kendini düşünen bencilliği, insanlara üstten bakan tavırları, hâkim olamadığı fevriliği, zapt edemediği öfke sorunları ve karanlığa olan düşkün bağımlılığıyla 'kötü' kelimesinin vücut bulmuş haliydi.

Ondan kaçmak imkansızdı. Çünkü o istemediği sürece ondan uzaklaşmak bile yasaktı. Senden nefret bile etse o istemediği sürece ona arkanı dönemez ve o git demediği sürece ondan kaçıp uzaklaşamazdın.

Bunun en somut örneği gözlerindeki nefrete sahip olan bendim.

Düşüncelerimi bir kenara bırakıp başımı yasladığım camdan kaldırdım ve dinmek bilmeyen yağmurla birlikte su birikmeye başlayan otoyoldaki tabelalara göz gezdirdim.

KIRIK PLAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin