"Bekle!"
Bacaklarım, zemine çivilenmiş gibi kımıldayamadım. Ne kapıyı açıp dışarıya doğru bir adım atabildim, ne ona doğru dönmek için hamle yapabildim. Öylece, bedenim buz tutmuş gibi kalakaldım.
"Gel buraya!" Yeri göğü inletecek kadar gür olan ses, yerimden sıçramamı sağladı. Siktir ya!
Bana verdiği komut üzerine dudaklarımı kemirerek çekingen bir tavırla ona doğru döndüm güç bela. Ancak başımı ayakkabılarımdan ayırabilecek cesaretim yoktu.
Son derece yavaş adımlarla ona doğru ilerledim ve çalışma masasının iki adım ötesine ulaşınca duraksadım. Başımı yerden kaldırmadan, göz ucuyla ona baktığımda hâlâ arkası dönük, pencere kenarında duruyor olduğunu gördüm.
Elleri ceplerinde, dik duruşu geniş omuzlarını sergiliyordu. Ceketi jilet gibiydi. Tek bir kırışıklık yoktu.
"Neden bu kadar geciktin?!" Bir anda sessizliği yine onun kükreyen gür sesi böldü. Yakınında olduğum için yükselen sesiyle boş bulunduğum için gayriihtiyari irkildim, omuzlarım sarsıldı. Sertçe yutkunup derin bir nefes çektim içime. Cesaret nefesiydi bu.
"Özür dilerim Bay Kim, eşyalarımı odama bıraktım ve ıhmm şey kıyafet verildi bana. Onları giydim. Sonra-"
"Kes, tamam!" dedi ve hızla bana doğru döndü. Bu ani hamlesiyle ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde bakışlarımı ayaklarıma geri düşürdüm.
"Çıkabilir miyim?" diye mırıldandım, sesim o kadar yumuşak çıkmıştı ki, gerçek anlamda sesin bana ait olup olmadığını sorgulayacak duruma geldim.
"İkinci özrün oldu bu değil mi?! Dakika bir gol bir!" Onun bu aşağılayıcı konuşma tavrı benim gerginliğimin kat sayısını tavanlara çıkartmaya yetecek kadar kuvvetliydi.
Kâhya Min Yoongi dikleşme demişti. En iyisi sessizliğimi korumaktı. Bu yüzden ona karşılık vermedim. Özür dilemekten başka ne diyebilirdim ki zaten? Burada onun sözleri geçiyordu ve ben onun garip bir karakter olduğunu bile isteye kabul etmiştim. Evet sözleşmeye bakmadan imzalamam benim hatamdı, ama bu işe ihtiyacım olduğu için buna ihtiyaç bile duymamıştım.
Delici bakışlarını üstümde hissedebiliyordum, hem de iliklerime kadar. O kadar keskindi ki, beni yok etmek ister gibi bakıyordu.
Masanın üstüne doğru uzandı ve kahve dolu bardağı kulpundan çekip masada sürükleyerek, rahatsız edecek şekilde gıcırdama sesi eşliğinde, aceleci olmayan tavırlarla, kupayı eline aldı.
Bana çık demeden çıkamazdım değil mi? Pekala, neden çık demiyordu?
Gerginliğim mümkünmüş gibi her aldığım nefeste daha da üst düzeye tırmanıyordu ve karnıma kramplar girmeye başlamıştı. Çıplak bacaklarımı birbirine bastırıp aradaki boşluğu kapattım. Hem bacaklarım, hem de ayakkabılarım birbirine değiyordu şimdi.
"Neden kıyafetinin bazı parçaları eksik?!" Ah siktir! Fark etmişti.
"Ben sizi bekletmemek için giymedim efendim, buradan çıkınca hemen giyeceğim." Kendimden hiç beklemediğim bir atılganlıkla sözü tamamlamış olmanın verdiği cesaretle başımı kaldırıp yüzüne baktım.
Elindeki bardağı çenesinin hizasına kadar getirmiş, çattığı kaşları ve çakmak gibi parlayan kısık gözleri eşliğinde bana bakıyordu. Bakışlarımız orta yolda çarpışınca nefesim tekledi. Oh gözleri... O kadar güzeldi ki...
Tek kelime etmeden kahvesinden bir yudum aldı. Bu esnada gözlerini benimkilerden bir an bile ayırmadı.
"Bu kahveyi Kâhya Min Yoongi yapmış!" diye kükrediğinde kaburgalarıma tekme yemişim gibi iki büklüm olup yüzümü buruşturma isteğimi güç bela bastırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SINNER • TAEKOOK +18 ✓
Fanfic(+18 yetişkin içerik) Jeon Jungkook, zengin iş adamı Kim Taehyung'un evine yatılı hizmetçi olarak işe alınır. Jeon Jungkook yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunun farkında değildir. (Bolca smut+argo kelimeler içerir) Semetae Ukekook Yan ship sope Ba...