Soğuk bana garip gelen bir başka kelime. Sözlük anlamından başka bir şey ifade etmiyor bana. İnsanlar soğuk kelimesi duyunca ürperiyor ve üzerindekileri çekiştirip daha sıkı sarılıyor. Aynı his neden bende oluşmuyor? Sinir sistemimin nasıl bir sorunu var bilmiyorum.
Bazen hissetmenin nasıl bir duygu olduğunu merak ediyorum. Elimle kara dokunduğumda diğer insanlar gibi "Çok soğuk. Üşüdüm." demek istiyorum. Ya da ocağın üzerinden tencereyi kaldırırken "çok sıcak." demeyi istiyorum.
Sıcak ve soğuk beynimin anlayamadığı bir konu. Neredeyse her şeyi anlayacak kapasitede olan beynim bunu algılayamıyor. Bazen bu sinirimi bozsa da bazen diğer şeyleri umursamadığım gibi bunu da umursamamalıyım diyorum. Bildiğim kadarıyla hastalığım bir tedavi yöntemi yok. Hiçbir zaman hastalığım için hastaneye gitme gereği duymadım. Gitmemeye de kararlıyım. Sanırım ailem bunu fark etmedikçe gitmeyeceğim. Bu konuda çocukluk yaptığımı biliyorum. Ama biraz da olsun beni fark etmelerini istiyorum.
Kafamdaki düşünceler oldukça ağır basıyor ve sessiz geçeceğini umduğum bir cumartesi gününe gözlerimi açtım. Annem ve babam yeni bir lokanta keşfettiler. Hafta sonları orada geçirecekler. Normal kızlar evde parti verir veya dışarı çıkarlar. Benim tek planım pineklemek.
Yataktan aşağıya süzüldüm. Açık kalmış pencereden içeri sabah güneşi süzülüyordu. Aynaya bakmadan saçlarımı topladım. Kahküllerimi elimle düzeltikten sonra banyoya geçtim.
Soluk bir tene sahiptim. Gözlerim ve saçlarım bu yüzden oldukça dikkat çekiyordu. Güneşten pek hoşlanmazdım. Bu yüzden kuzenim gitmeyi her reddettiğim güneşlenme etkinliğinde "vampir" diyerek benimle alay ederdi. Benim tepkim ise sadece göz devirmekten ibaretti.
Yüzümü yıkadıktan sonra Göksu'nun bana nasıl bir teklif yapacağını düşündüm. Benden ne isteyebilirdi ki? Onun ilgisini çekebilecek bir şeye sahip değildim.
Kafamı buna epey bir sürece yordum. Sıkılınca mutfağa geçtim. Mutfak tamamen annemin zevkini yansıtıyordu. Çiçek desenli dolaplar,beyaz sandalyeler ve deniz manzarası... Tam anneme göre bir şeydi.
Dolaptan bir kase alıp içine mısır gevreği koydum. Sütü de hazırlayıp döktüm. Annem ve babam yoktu. Yani onların kuralları da yoktu. Evde olsalar asla kase ile dolaşıp yemek yememe izin vermezlerdi. Kasem ile tabloların karşısına geçtim. Uzun zamandır öğretici bir şeyler yapmıyordum.
Kasemden bir kaşık alıp ağzıma attım. Kaşık elimde kalmıştı çünkü telefonumdan tanıdık bir melodi geliyordu. Kaseyi masaya koyarak telefon açtım. Kiraz'ın ince bir o kadar da zarif çıkan sesini dinlemeye başladım.
''Çağrı! Senin hiç sosyal hesabın yok. Buna inanamıyorum. Hemen hesaplarını kuruyorsun. Whatsapp bile yok! İnanamıyorum.''
''Gerçekten bunun için mi aradın?''
''Evet.''
''Sosyal ağlarda işim yok Kiraz.''
''Sosyal ağ tanıdığın insanların nerede ne yaptıklarını bilmeni sağlar.''
''Yani dedikodu yapmamı sağlar.''
Dedikodudan hoşlanmadığımı biliyordu. İğneleyici konuşmuştum ama ben her zaman böyle konuşurdum. Aklıma Farah geldi. Farah,camdan atlayan bağımlı kızdı. Kiraz'dan duyduğum kadarıyla tedaviyi reddetmiş ve taburcu olmuştu. Vücudundaki kırıkların ciddiyetini bilmiyordum. Onu ziyaret etmek istiyordum. Adresini sosyal ağ yardımı ile bulabilirdim.
''Bir anlaşma yapalım Kiraz. Ben bana sosyal ağ hesapları kurmana izin vereyim sende bana Farah'ın nerede olduğunu söyle.''
''Farah mı?''

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Cennet
ChickLitOnlar, unutulmuş şehrin,unutulmuş çocuklarıydı. Kara Cennet'in gölgesinde büyüyen yaban çiçekleriydi. Yalnız, bencil ve kötüydüler. Onlar, polislerin korkulu rüyalarıydı. Ve hepsinin sahip olduğu korkunç bir sır vardı.Aralarına yeni katılan Çağr...