Çağrı'dan...
Hiç içinizdeki boşluğu dolduran birisiyle tanışıp sonra o gittiğinde acı dolu yalnızlığı hissettiğiniz oldu mu?
Şu anda hissettiğim tam olarak bu. Ruhumu bedenimden koparıp alıyorlar, içim ölüyor. Kendimi avutmak için onun bana layık olmadığını söylüyorum. İnsan sevdiği kişiye nasılsın diye sormaz. Zaten bilir nasıl olduğunu ama o bana sürekli bu soruyu sorup duruyordu. Sorduğunda rahatsız olduğumu bile fark etmiyordu.
Kendimi o kadar çok düşünmeye verdim ki nihayetinde yalnız bırakıldım. Doğru ne demek unuttum. En son hayatımda ne zaman doğru bir şey yaptım bile bilmiyorum. Hata yapmak için birebir yaratılmışım gibi. Defoluyum ve kimse hatalı olan ürünü sevmez.
Ve sen, Ateş. Uyuyamadığım her gecenin sabahında o mükemmel gülümsemenle bana bir günaydın borçlusun.
Ben bunun üstesinden gelemem dediğim acıların bile üstesinden geldim. Acı insanı büyütüyor ve daha güçlü yapıyordu. Kendimi hiç on yedi yaşında gibi hissetmiyorum. Sanki daha yaşlı bir ruhum var ve bu genç ve güzel olan kızın bedenine hapsedildim. Yaşı ilerlemiş olsa da hala gençler gibi davranan insanlar vardı. Ben neden onlardan biri gibi olamıyorum?
Bu umutsuz bekleyişlerin sonunda yeniden kirpikleri benimkine değecekse beklemek sadece basit bir eylemdi. Belki bir yıldan beri uzun bir süre beklemem gerekecekti ama değecekse iki yıl bile bekleyemeye razıyım.
Hayallerim vardı benim. Kimseye zararı dokunmayan öylece zihnimin deposunda onları geliştirmem için beklerlerdi. Neyse artık hayallerim yok.
Umarım, Ateş kendisini şaşırtacak şeyler yaşardı. Umarım, daha önce hiç hissetmediği şeyler hissederdi. Umarım, değişik bakış açıları olan insanlarla tanışırdı. Umarım, bundan sonra gurur duyacağın bir hayatı olurdu. Umarın, onu benim kadar olmasa bile sevecek bir kız bulup hayatını yalnız geçirmezdi.
Eğer bunlar olmazsa umarım, en baştan başlayacak gücü bulurdu.
Onun iyi olmasını istiyorum. Onu korumak istiyorum. Uzaktan da olsa bile gülümsediğini görmek istiyorum. Her ne kadar o mutluluk beni içermese de fedakarlık gösterecek kadar onu çok seviyorum. Benimle mutlu olmuyorsa, bu fikir beni öldürse de, başka bir kızla gerçek anlamda mutlu olacaksa ona engel filan olmayacaktım.
Ve işte Ateş'ten sonra yalnız kaldım.
Beni sürekli yoklayan bir his vardı; cinayet işleyip hayatımın büyük bir kısmını hapishanede geçirecekmiş gibi hissediyorum. Cinnet geçirip birkaç kişiyi doğrayasım vardı. Ama sadece sevdiğim hiç kimseye asla güvenmemeyi öğrenebilseydim böyle olmazdı.
Ateş başka bir şeydi. Sanki her şeydi. Onu sevmek için yüzünü görmek şart değildi. Gülüşünü hatırlamayı seviyorum, sesini seviyorum, konuşmasını seviyorum. Duruşunu seviyorum. Yine bu sevmenin bir hiç uğruna olduğunu öğrenince kendimi hırsız gibi hissediyorum.
Ben dakikaların hırsızıyım. Onları Ateş ile harcayarak çalmıştım. Kalbime dövme gibi işlemiş kapkara hislerim vardı. En iyisini ya da en kötüsünü yapabilirim. Sorun hangisini seçeceğimdi.
Ateş'i düşünmeyi bırakayım diyorum ama aklıma annem ve babam geliyor. Bunlar nasıl ebeveyn? Beni evde yalnız bıraktıkları yetmiyor, en kötü günümde yanımda olmuyorlar ama ben onların evlilik yıldönümlerinde aynı masada yemek yemek zorundaydım. Gülümsemek ve mükemmel bir ailem varmış gibi davranmam gerekiyordu.
Uzun zaman oldu ama hala geri döndükleri filan yoktu. Beni bir daha aramadılar bile. Oysa insan kendi kanından ve canından olandan nefret etmemeliydi. Neden nefret ettiklerini bile bilmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Cennet
ChickLitOnlar, unutulmuş şehrin,unutulmuş çocuklarıydı. Kara Cennet'in gölgesinde büyüyen yaban çiçekleriydi. Yalnız, bencil ve kötüydüler. Onlar, polislerin korkulu rüyalarıydı. Ve hepsinin sahip olduğu korkunç bir sır vardı.Aralarına yeni katılan Çağr...