Ateş'e karşı gülümsemeye çabalarken Göksu'nun o kızdan ne istediğini hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Kız bu gece şehri terk edebilirdi ya ne bileyim başka fırsatım olmayabilirdi ama Ateş'i şüphelendirmek istemediğimden onunla yuvarlak masalardan birine geçtim. Gözlerimle etrafı tarıyor ve Göksu'yu arıyordum ama ortalıklarda yoktu. Açelya ise bir an bile gözümün önünden gitmiyordu. Göksu en güvendiği adamını beni gözetlemesi için burada bırakmıştı. Benden bir adım öndeydi ve bunun sebebi yandaşlarıydı. Böyle bir partiyi birkaç işini kolayca aradan çıkarmak için verdi başka ne için olabilirdi fakat ben onu hafife alarak aptallık etmiştim.
"İyi görünmüyorsun," dediğinde Ateş'i odasından zorla çıkaran kafama lanet ettim. "İstersen benim odamda biraz dinlenebilirsin," dediğinde sesi oldukça endişeli geliyordu.
Bu ortamın beni biraz daha germemesi için kabul ettim. Kiraz'ı bulamıyordum ve Ateş'i bekletmek gibi bir lüksüm olmadığından Ateş'in odasına geçip yatağına oturdum. Kokusunun dikkatimi dağıtmasına izin vermeden derin bir nefes aldım ve düşünmeye başladım.
Tahmin etmekten yorulmuştum. Bana bir muhbir lazımdı ama daha kendi yandaşlarımı toplayamamıştım. Kapı açılınca Ateş geldi sandım. Sanırım ilk defa onu görmek istemiyordum. Lakin duyduğum topuklu ayakkabı sesleriyle kaşlarımı çatarak kapıya baktım. Açelya kapıyı kapattı ve bana döndü. Tek kaşımı kaldırarak onu sorguladım fakat yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu.
Sırtını duvara yasladı ve kollarını göğsünde bağladı. Kırmızı elbisesinin tenine olan uyumu karşısında hayran kaldığımı itiraf etmek zorundayım. Kırmızının en doğru tonunu giyiyordu, vücudunu tanıyordu ve makyajı kusursuzdu.
"Nasıl olduğuma bakmak için gelmedin değil mi?"
Yüzünü ekşiterek hayır dedi. Açelya ile Göksu arasındaki en temel fark buydu. Göksu yalan söylemekte bir numaraydı ve gerçekten sizi umursadığını sanabilirdiniz ama Açelya gerekmedikçe yalan söylemezdi ve onun yanında kendinizi dışlanmış hissederdiniz. Sizi umursamazdı.
"O zaman neden buradasın?"
Pek sabrım kalmamıştı ve bu gece çabucak bitsin istiyordum. Kiraz'ı buraya getirmekle hata etmiştim. Kendimi daha onlardan koruyamazken onu hiç koruyamazdım.
"Sana aklını başına toplamanı söylemek için."
"Ne zırvalıyorsun?" Yine şu lacivert olayını dinleyecek halim yoktu. Kiraz benim arkadaşımdı ve onu feda etmeyecektim.
"Gerçek aşk hikâyelerinin asla sonu olmaz biliyorsun değil mi?"
"Kiraz'dan sonra sıra Ateş'e mi geldi?"
"Aptalsın," dedi. Dudaklarının hareketi ve yüz ifadesi gerçekten beni aptal olduğuma ikna edebilecek kadar kuvvetliydi. "Aşk bir zayıflıktır, Çağrı. Ve biz zayıflıklardan nefret ederiz."
Sizin gibiler için en küçük bir açık ölüm demekti çünkü. Sayısızca insana kötülükleri dokunmuştu ve bir o kadar da insan onlardan nefret ediyordu. Nasıl olurda bir araya gelmezlerdi, nasıl olurda Göksu'ya boyun eğerlerdi. Onu devirecek güçleri vardı. Ya insanlar aptaldı ya da korkağın tekiydiler. Başka bir açıklama bulamıyorum ve sinirden titreme geliyordu.
"Bu demek oluyor ki sizin arkadaşlığınız da bir tehdit. İçinizden biriyle diğerlerini tehdit edebilirler," dediğimde bir anlık boşluk yakaladım. İkimizde aslında aralarında bir dostluk olmadığını biliyorduk. Birbirleri için beş kuruş dahi etmiyorlardı ama bir arada olmak zorundaydılar. Bunu Açelya'nın yüzüne vurdum çünkü onlar bir yalanı yaşatıyorlardı ve bende onlara uyuyordum. Onların içini görebiliyordum bu yüzden karşıda değil onların yanında yer almalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Cennet
ChickLitOnlar, unutulmuş şehrin,unutulmuş çocuklarıydı. Kara Cennet'in gölgesinde büyüyen yaban çiçekleriydi. Yalnız, bencil ve kötüydüler. Onlar, polislerin korkulu rüyalarıydı. Ve hepsinin sahip olduğu korkunç bir sır vardı.Aralarına yeni katılan Çağr...