~21~

3.5K 137 17
                                    

Çiçek desenleri bulunduran dolabın kapağını uyku sersemi bir halde açtım. Bu gün son gündü ve benim içimde en küçük bir heyecan kırıntısı bile yok. Heyecanlanacak bir durum değildi bu benim için. Bir kurtuluştu bu. Okuldan, insanlardan ve gereksiz iletişime geçmekten kurtuluşu. 

Yeşil renkli bardağı alıp dolabı kapattım. Buzdolabından biraz meyve suyu alıp sahil manzarasına, beyaz renkli bir sandalyeye kurularak baktım. Koca bardağı çabucak bitirdim. Kendimi kahvaltı etmiş sayarak merdivenlerden üst kata tırmanmaya başladım. Beyaz renkle döşenmiş salona sıkıcı bir bakış fırlattım.

Annem ve babam sabahın erken saatlerinde evden ayrılmışlardı. Onların yüzlerini görmemek daha iyiydi. Eskişehir'e gideceklerdi galiba. Geri dönmemeleri dileğiyle. Onlar bana yabancı iki insandı. Olmasalar da bir şey eksik olmazdı.

Banyoya geçip dişlerimi fırçalamak için kahverengi dolap kapağını açtım. Yaptığım hareketler oldukça isteksizceydi. Her hareketim oldukça yavaştı. Eski hayatıma geri dönmüştüm. Macera bitmişti.

Beni yaz tatiline kadar oyalayacak bir konu istemiştim. Konu bulduğum gibi de başarısız olmuştum. Kötü kız olamamıştım. Çok yaklaşmıştım ama okullar kapanıyordu.

Beynimde bir kez daha yankılandı. Çağrı Karaca, hayatı boyunca bir konuda başarısız  olmuştu. Ama bu başarısızlık geçiciydi. Ben asla yenilgiyi kabul etmem. Kafam dik yürürüm. Ve kafamı taktığım konuda başarılı olacağım. Tüm şehir laciverdin siyaha dönmesini konuşacaktı. Bunu başarmak zor olmasa gerek. O tek bağı bulup koparacağım.

Fazla merhametli değildim. Bu bağ neydi? Kendimi yemeyi bırakıp dişlerimi fırçalamaya başladım. Aynaya düşen yansımamda kolumdaki sigara sönüğü gözüme çarptı. İstemsizce dudağım yukarı kıvrıldı. Kendime zarar vermek hoşuma gidiyordu. Hissetmediğim için bunu yapmaya bayılıyorum. Kendime acımaya bayılıyorum. Kendime kızmaya veya aciz bir varlık olduğumu hatırlatmaya bayılıyorum. Acı içinde yaşamaya bayılıyorum. Acı olmazsa eksik olacağımı biliyorum.

Ağzımı iyice çalkalayıp ellerimi yandaki havluya sildim. Daha okula gidip lanet bir belge alacaktım.

Evde ölüm sessizliği hüküm sürerken odama geçtim. Sessizliği, sesle bastırabileceğimi sanıyordum. Daha öncede denemiştim. Pek başarılı olamasam da denemekten zarar gelmezdi.

Kitaplıktan, yeşil kutunun içinden bir plak seçtim. Gramofona yerleştirip müziğin tadını çıkardım.

Yalnızdım. Yalnızlıkta biraz her şeyi bilmenin ta kendisiydi. Her insanın hata yapma özgürlüğü olmalıydı ama benim hatalara tahammülüm yoktu. Hatalardan nefret ederim ve mükemmeliyetçiyim.

Telefonun melodisi ile kafamı kaşıdım. Bu karışıklığın içinde bir telefonumla ile uğraşacaktım. Arayan her kimse benim ateş püskürten halimi dinleyecekti. Bıkkın bir şekilde telefonu kulağıma götürdüm.

"Peluş ayıcık Feryat?"

Feryat, ruh halimi anlamıştı. Bu yüzden cevap vermeden önce duraksadı. İyici düşünüp, kelimelerini özenle seçti.

"Belki daha sonra konuşabiliriz?" Dedi fazla kızmamamı umarak.

"Konuş!" Dedim öfkeyle parlayarak. İçimde bir volkan patladı. Çıkan lav önüne gelen her şeyi yıkmaya hazırdı. Neden bu kadar kızgın uyandığımı bilmiyorum. Ama kızgınım. Sanırım on yedi yılıma karşı kızgınım.

"Sen yeterince kızgınsın. Şimdi gevezelik edip canını sıkmayayım." Diyerek telefonu suratıma kapattı.

Öfkeyle gözlerimi yumdum. Sorunlusun, Feryat. Sorunlu. Fazla hızlı düşünüyorsun. Ama bulduğun çözümler berbat.

Kara CennetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin