Penceremin kenarında durmuş sütlü kahvemi keyifle içiyordum, Evren'in, Göksu'dan ayrıldığı anı izleyemeyeceğim için üzülüyorum. Göksu'nun suratının alacağı ifadeyi, işe yaramayacak olan tehditleri ve en önemlisi de kendisini gerçekten bir sürtük gibi hissedip ağlamaya başladığı anı görmek istiyorum. Daha sonra da gidip birilerine sataşıp ne kadarda alçalabileceğini gösterecekti. Gelecekte benim olan şehrime biraz azap çektirecekti.
Kahvemden bir yudum daha alıp çalışma masamın sandalyesine oturdum. Keyifle duruyor ve halkını ilk kez selamlayan bir kraliçe heyecanı taşıyorum. Ne yapmam gerektiğini çok iyi biliyorum, adaletli bir lider olacağım ama adalet kavramının sözlükteki anlamı değişecekti. Küçük bir diktatör olan Göksu'nun yerine gerçek bir diktatör gelecekti.
Zil sesiyle irkildim ve kahvemi masaya koyarak sakin ve istikrarlı adımlarla kapıya yürüdüm. Yol her zamankinden daha kısaydı. Kapıyı açınca karşımda Göksu'yu görmemle birlikte yüreğim ağzıma geldi. Evren hiçbir şey anlatmayacaktı ama ona inanarak aptallık ettim. Göksu'da buraya gelmişti tabii. Şimdi hesaplaşma vaktiydi ama gram korkum yoktu. Ben bu savaşa dünden hazırım.
Rimelleri akmış, saçları sanki bir kümesten çıkmış gibi dağınık duran Göksu'ya bakıp gülmemek için kendimi tuttum. Üzerinde özel dikim olduğu belli olan bir ceket ve kısa siyah bir şort vardı. Ceketin içine hiçbir şey giymemesi sanki onu gece şık bir mekana gitmek için hazırlanmış gibi gösteriyordu. Kim bilir, belki de gündüzleri Evren, geceleri başka bir adamlaydı.
"Seni buraya hangi rüzgar attı?" diye sordum soğukkanlılıkla.
Evden çıktım ve kapıyı örttüm. Arkada açık bir pencere vardı, oradan da eve girebilirdim. Göksu hala ağlıyordu. Biraz daha dikkatlice bakınca buraya hesap sormak için gelmediğini anladım. Nereye gideceğini bilemeyen Göksucuk buraya gelmişti.
Reddedilmenim verdiği yorgunlukla evin merdivenlerine çöktü, bende karşısına geçip kollarımı göğsümde çaprazladım. Sırıtmamak ve ne bildiğimi belli etmemek çok zordu. Göksu burnunu çekti ve yanaklarını sildi.
"Kendimi toparlamaya geldim."
Kendini toparlamak için benim bahçeme gelemezdi. Burada onu devirmek için planlar yaparken o gelip benden ona destek olmamı bekleyemezdi. O kötüydü, bense ondan daha kötüydüm.
"Ne oldu? Toparlanacak bir halin yok gibi duruyorsun. Beklenmedik bir şey mi oldu?"
Saf ayağına yatıp da cümlemi bitirir bitirmez bu işin içinde bir bit yeneğinin olduğunu anladım. Göksu'nun sinsi gülüşü, zavallı şey adlı bakışı kafama her şeyi dank ettirdi. Bana oyun oynuyordu, her şeyi biliyordu.
"Senden korkmuyorum," dedim meydan okurcasına.
Merdivenlerden kalktı, artık sinsi sinsi gülmüyordu. Psikopat gibi bana bakıyor ve saldıracak doğru anı bekliyordu. Nereden geldiklerini anlayamadan Açelya, Eda ve Sude'de burada oldular. Bir çete gibi karşıma dizildiler. Göksu sinirli, diğerleri ise benden kurtulacakları için mutluydular.
Dik durdum. Beni ölmeden gömemezler, beni hafife alamazlar, bana çamur atamazlardı.
"Sıradan bir piyonun krallıkları yıkabildiğini duydum ama hiç denenmesine şahit olmadım," dedi etrafımda dolanırken. Avına sessizce yaklaşan bir kaplan gibiydi.
"Neredeyse başarıyordun," dedi kulağıma fısıldarken. Giydiği topuklu ayakkabılar benim kadar boyunun olmasını sağlıyordu.
"Ama seni sobeledik," dedi Sude.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Cennet
ChickLitOnlar, unutulmuş şehrin,unutulmuş çocuklarıydı. Kara Cennet'in gölgesinde büyüyen yaban çiçekleriydi. Yalnız, bencil ve kötüydüler. Onlar, polislerin korkulu rüyalarıydı. Ve hepsinin sahip olduğu korkunç bir sır vardı.Aralarına yeni katılan Çağr...