~41~

443 34 12
                                    

Zaman sessizce geçmeye devam ediyordu. Diri diri mezara gömüldüğüm o günleri hala atlatabilmiş değildim. Konuşmaya ihtiyacım vardı lakin konuşacak kimsem yoktu. Daha doğrusu zihnimdekileri anlatabileceğim, beni anlayabilecek kimse yoktu. Kitaplardaki iç karartıcı betimlemeler gibi soğuk pençelerin altındaydım. 

Evet, Ateş ile barışmıştım ama onun yokluğunu hissediyor ve bir daha o günlere geri dönerim korkusuyla bazen kâbuslarla uyanıyordum. Karşılıksız aşk cehennemde yanmak gibiydi ve ben bir süre buna katlanmıştım. Tekrar o günlere dönmeyi düşünmek bile bana acı verirken kâbuslara katlanmak daha zordu.

Çok mu aşığım?

Evet.

Peki, o da beni seviyor mu?

Sanırım artık bunun bir önemi yok çünkü sevdiğin insan için her şeyi yaparsın.

Yeni temizlediğim masanın üzerinde parmaklarımı tıkırdatmayı kesip boş zaman aktivitem olan tavana bakma eylemine geçtim. Evim yanmış, eşyalar kullanılmaz hale gelmiş ama hala duvarlar sağlam diye seviniyorum. Duvarların sağlam olması hiçbir şey ifade etmiyor ama çaresizlik zor bir durum ve umudun kırıntısına dahi ihtiyaç duyuyorum.

Normalde bugün Ateş ile tiyatroya gitmek için sözleşmiştik fakat ben sabahın köründe kalkıp hazırlanmış ve saatin geçmesini bekliyordum. Ateş'i doğru düzgün göremiyordum ama sesini duyuyor ve belli aralıklarda ondan haber alınca buna katlanabiliyordum. Onunla konuşacak bir ton mesele vardı ama bana kaçamak cevaplar veriyordu. Onu zorlamak istemiyordum ama bu belirsizlik içimde her geçen gün daha da büyüyor ve kocaman bir delik oluyordu. Bazen beni yutabilirmiş gibi gelirdi.

Evin havası beni iyice sıkıntıya sokunca kendimi balkona attım. Sahil buradan Ateş'in evindeki kadar güzel gözükmeyebilirdi ama fena bir manzarası yoktu. Rüzgârın saçlarımın arasından girip sırtımdaki yükleri biraz hafifletmesine izin verdim. Herkes gibi basit dertlerim olamaz mıydı?

Misal Kiraz. Üniversiteye gidebilmek için en özel dershaneyi arıyordu. Ailesinin tonla parası vardı ve onu özel bir okula yerleştirebilirlerdi ama kiraz kırk binlik dershaneye gitmeyi yeğliyordu. Üstüne üstün ikinci öğretime gitmek istiyordu. İşte böyle dertlerim olabilirdi fakat sınav umurumda değildi ve kolayca kazanabileceğimi herkes biliyordu.

Benim üniversite gibi bir planım yoktu. Gerçi Ateş'in peşinden gitmek gibi bir planım vardı fakat bunu kimseye söylemiştim. Bunu nasıl karşılanacağını bilmiyorum. Muhtemelen iyi karşılamayacaktı ama umurumda değildi. Onu hayatımın merkezi yapmışken başka bir şehre gidip ondan uzaklaşamazdım. Yörüngesi şaşmış bir gezegenden başka bir şey olamazdım.

Ateş ile o kadar meşguldüm ki Göksu'yu hiç takip edemedim. Kulağıma herhangi bir duyumda gelmediğine göre kesinlikle bir şey planlıyordu. Büyük bir şey... Göksu'yu mercimek tanesi kadar tanıyorsam o sabırsız bir insandır ve uzun zamandır ortalıklarda yoksa bunu sebebi büyük bir şey planlıyor olmasıdır. Ağabey kardeş gizem doluydular ve benim bir sınırım vardı.

Kolumdaki siyah kemerli saatin durduğuna artık emindim çünkü sabahtan beri aynı şeyi gösteriyordu. Vakit neden geçmiyordu? Kafamı dağıtırsam zaman geçerdi belki ama benim tek yaptığım düşünmekti. Sonunda yerimden kalkıp kahvaltı için mutfağa gidebildim. Yemek yemeği ve uyumayı kendime hatırlatmasam ihtiyaç duyacağım yoktu. Sonra bir yerlerde bayılacağım ve herkes gereksiz yere telaşlanacaktı.

Kendime bir bardak mango suyu doldurdum. Bunu ne ara aldığımı bile hatırlamazken kocaman bir yudum aldım. Hiçbir şey yemek istemiyordum bu yüzden kahvaltılarım meyve sularıyla geçiyordu. Zayıfladığım belli olmasından diye bol kıyafetler tercih ediyordum fakat kaşık kadar olan suratım beni ele veriyordu. En sonunda bir diyetisyene başvurmam gerekecekti.

Kara CennetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin