Çağrı'dan...
Eski Mısır'da kedi, kutsal bir hayvandı. Mısırlılar kediyi neşenin, müziğin ve kıvrak danslarının temsilcisi olan, kedi kafalı tanrıça Bastet'le özdeşleştirirlerdi. Mısırlılar kedinin miyavlamasıyla evlerinin içinin, tanrıçanın insanlara hediyesi olan neşeyle dolacağına inanırlardı. Bir kediye bu kadar anlam yüklemek doğru muydu? Ateş'in omzuna yaslanmış dışarıda gezen kediyi görünce aklıma tüm bunlar gelmişti. Görevliler tarafından fark edilmeden bir an önce ortalıktan kaybolsa iyi olurdu.
Ateş'in kalp atışlarını dinlerken onun, benim için asla basit biri olamayacağını fark ettim. Omzunda ağladığım, kucağında uyukladığım birisiydi. Dönmeden önce onunla vakit geçirmek biraz da olsa eğlenmek istiyordum.
"Ateş," dedim sessizce.
"Bu ses tonun hiç hoşuma gitmeyecek bir şey söyleyeceğini gösteriyor," dedi ve gözlerimin içine baktı. Biraz daha yaklaşsa beni öpebilirdi.
"Yüzelim mi?" Dudaklarımı birbirine bastırmış heyecanla ona bakıyordum.
"Bu saate mi?" Etrafa bakıyordu. Saatin uygun olmaması gibi bir şey bana saçma gelmişti. "Yorgunum," dedi benden özür dileyen bakışlar içinde. "Başka sefere ha?"
"Başka sefer olmayacak biliyorum," dedim. Ateş ile zaten zar zor görüşüyordum. Birde onunla tatile gelmek gözümde iyice imkânsızlaşıyordu. "Gitmeden önce son kez yüzmek istiyorum," dedim. İnatçı olmanın dezavantajları da bu olsa gerek.
"Ne demek başka sefer olmayacak?"
"Seni zar zor görürken nasıl birlikte tatile gelebiliriz ki?"
"Söz veriyorum," dediğinde iyice suratım asıldı. Yorgun olduğunu biliyordum ama bencillik yapmaktan da vazgeçemiyordum.
"Yinede bunun randevu almaktan kaçarı yok. Kim bilir ne zaman?"
Ateş dikkatli bir şekilde bana bakıyordu. Daha fazla içimde tutamazdım, onu özlüyordum ve mesajlaşmak yeterli gelmiyordu. Yine de sabrettim. Onu kaybetmek daha kötüydü.
"Sen dinlen, ben biraz yüzüp geleceğim," dediğimde gözlerinde şimşekler çaktı. Kesinlikle bunu, onu sinirlendirmek veya kıskandırmak için söylememiştim. Sadece suya girip ağladığımın belli olmaması için uğraşacaktım.
Ateş söylene söylene, büyük bir ihtimalle içinden küfrede küfrede peşimden geldi. Neymiş gece vakti yarı çıplak tek başıma yüzemezmişim. Her zamanki gibi havuza veya Beach Club'a gitmedim. Kayalıkların oraya gittim ve suya atladım. Ateş suya girmek yerine kayalıkların orada oturup bekçiliğimi yaptı. Suya girmek sinirlerime biraz iyi gelmişti. Yüzmek kendimi daha rahat hissettirmişti.
Sudan yüzeye çıktığımda saçlarım başımın etrafında geniş bir yelpaze gibi açıldı ve Ateş hayranlığını gizlemekte oldukça zorlandı. Yavaşça ona doğru yaklaştım. Basit filmlerdeki denizkızlarını andırdığımı hissettim.
Ateş kısık bir sesle:
"Aslında böyle karanlıkta yüzmek tehlikeli olabilir, biliyor musun?"
Aynı kısık sesle cevap verdim.
"Nedenmiş o?"
"Köpek balığı," dedi tüm ciddiyetiyle.
Kahkaha atmamak için kendimi tuttum ve kaşlarımı kaldırdım. "Köpek balığı öyle mi?"
"Evet," dedi büyülü bir ses tonuyla. Yavaşça eğilip dudaklarımı emdiğinde gözlerimi yumdum ve ellerimi boynuna doladım. Suya gelse daha rahat ederdik ama onun gelmeye niyeti olmayınca ben yüzeye çıktım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Cennet
ChickLitOnlar, unutulmuş şehrin,unutulmuş çocuklarıydı. Kara Cennet'in gölgesinde büyüyen yaban çiçekleriydi. Yalnız, bencil ve kötüydüler. Onlar, polislerin korkulu rüyalarıydı. Ve hepsinin sahip olduğu korkunç bir sır vardı.Aralarına yeni katılan Çağr...