George Bernard Show şöyle der: Hayat, nasıl ki insanlar ağladığında komikliğinden bir şey kaybetmezse insanlar güldüğünde de ciddiyetinden bir şey kaybetmez. Show'un yorumunu duyduğumdan beri üzerinde düşünüyordum. Söz öylesine bilgece geliyordu ki kulağıma düşünmeden edemiyordum. Ateş'in bana düşünmeyi yasakladığını kendime hatırlatarak ciltli kitabımı kapattım ve kitaplığıma yerleştirdim. Gözlerim istemsizce kenarda kalan koliye ilişti. Daha onları yerleştirecektim ama kitaplığımda yer yoktu. Yeni bir kitaplık için şimdiden heyecanlıyım.
Belki Ateş bana yardım etme nezaketini gösterirdi. Kitaplık dizmek ona da cazip gelmeliydi ama içimden bir ses bunu sıkıcı bulacağını düşünüyordu. Kendimi yatağa atıp radyoyu açtım. Bu devirde radyo dinleyen kaç kişiden biriyim acaba? Radyo dinlemek yalnızlığıma iyi geliyordu.
Hareketli sunucu beni şarkıyla baş başa bırakırken uzun zamandır rap dinlemediğimi fark ettim. Müzik dinlemek düşüncelerime iyi geliyordu. Tabii Ateş her şarkının içine giriyordu. Neden her şarkının içine giriyorsun? Biraz huzur bulacağım müzikte bile o vardı. Tamam, ondan öncesi yokmuş gibi sevmiş olabilirim ama hayatımın her anında benim yanımda olmayacaktı.
Zihnimi tamamen siyaha boyamışken aklımın en güzel siyahı olma hakkını ona vermiştim. Ateş'i anmak kalbimin sıkışmasına, kan basıncımın artmasına sebep oluyordu. Ateş dürüstlük istiyordu, ona veremeyeceğim tek şeyi. Zihnimin bir diğer tarafı ise onunda bana anlatmadıklarını ve eşit durumda olduğumuzu söylese de hala kötü hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.
Üzerimizden geçen uçağın sesiyle pencereye koştum. O uçağın içinde olup bir haftalığına buradan uzaklaşmak için her şeyimi verirdim fakat tatil planlarımın biraz daha beklemesi gerekiyordu. Uzaklaşma fikrinin güzelliği ile sarhoş olup kendimi yatağa bıraktım. Müzik yavaşça ruhuma sızıp derin yaralarıma yavaş yavaş terapi yapmaya başladı.
Dün gece birdenbire aklıma geldi. Eve nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum fakat deli eğlendiğimi biliyorum. Bir de Ateş'in bana çok kızacağı bir şey yapmıştım ama zihnim ne olduğunu bir türlü söyleyemiyor. Hatırlamam için aklımdaki pusun yok olması gerekiyor.
Alt kattan sesler gelince ailemin eve geri geldiğini anladım. Takvimden tarihi kontrol ettim ve evet, bu sabah evde olacaklarını bana söylemişlerdi. Umarım evde uzun süre kalmayı düşünmüyorlardı. Onları zihnimden def edip Kiraz ile buluşmamız için hazırlanmaya başladım. Bacaklarımda hala izler olduğundan uzun bir etek ve tişört giydim. Saçlarımı taradım ve eski doğallığıma geri dönüp makyaj yapmadım.
Alt kata hiç inmek istemesem de zar zor indim ve hareketliliğin sebebi olan annem ve babamı buldum. Babam mutfağa girmiş hemen yeni yemek tarifleri deniyordu. Her ne deniyorsa aşırı baharatlıydı ve ben çok fazla baharat sevmezdim. Annem yine koli koli bir şeyler getirmişti. Bu sefer moda haftasına da katıldığını biliyorum. Kolilerden sadece kitap çıkmayacağı için memnunum. Annem, ona bakınca yaşlanmış halimi görmekten çekindiğim için pek fazla yüzüne bakmazdım ama bu sefer baktım. Onu görmeyeli bir hayli olmuştu ama hiç özlememiştim. Varlığını bilmediğiniz bir şeyi özleyemezdiniz.
Annemin beni fark etmemesine sevinerek evden kaçacaktım ki babam beni fark etti.
"Çağrı, buraya gel." Sesi oldukça heyecanlıydı.
Gözlerimi sıkıca yumdum ve derin bir nefes aldım. On dakika sonra burada olmayacağımı kendime hatırlatıp sakinleştim. Babam sayesinde annem de beni fark etmişti. Mutfağa girdiğimde babam tahta kaşıkla bana doğru geldi.
"Tat bakalım," dedi. Annem kapının pervazına yaslanmış bize bakıyordu. Normalde güzel bir aile tablosu olabilirdi ama değildi. Hepimiz bunu biliyorduk.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Cennet
ChickLitOnlar, unutulmuş şehrin,unutulmuş çocuklarıydı. Kara Cennet'in gölgesinde büyüyen yaban çiçekleriydi. Yalnız, bencil ve kötüydüler. Onlar, polislerin korkulu rüyalarıydı. Ve hepsinin sahip olduğu korkunç bir sır vardı.Aralarına yeni katılan Çağr...