YOKLUK.
Sözlükte; yok olma, bulunamama durumu veya ademiyet olarak geçer.
Bende yoksunum. Duygulardan yoksun olmak isterdim ama fiziksel hislerden yoksunum. Bu olay kelimelerden taşıyordu. Kelimeler bunu anlatacak kadar güçlü değildi. Ben daha neler olup bittiğini anlayamazken bunu kelimelere dökmek işkence gibiydi.
Tatlı sabah uykumu bölmek çok zordu. Ama telefonumun tanıdık melodisi kalkmam gerektiğini söylüyordu. Yavaş ve uyuşuk hareketlerle kafamı doğrultum. Daha sonra sırtımı yatağın başlığına yasladım. Gözlerim hala daha fazla uyku dileniyordu. Kabarmış olan saçlarımı biraz düzelttikten sonra telefonu elime alıp kimden mesaj geldiğine baktım. Ateş'ten bir mesajım vardı. Hemen okumaya koyuldum. Bu kadar heyecanlanmama gerek yoktu ama nabzım birden yükselmişti.
İki saat sonra bizde ol.
Bu kadar mı?
Evet bu kadardı. Biraz bekledim ama bir mesaj daha gelmedi. Bu kadar ruhsuz bir daveti reddetsem bana kızamazdı. Zaten yenileceğim bir sokak dövüşüne girmek hiç de heyecanlı değildi.
Kendime kızdım. Bilinç altıma bu kadar yenileceğimi söylersem bu gerçekleşecekti. Bu yüzden biraz daha cesur yürekli olmalıyım. Oraya gideceğim ve ona gününü göstereceğim. Kıskanç olması belli bir noktaya kadar güzeldi. Benim özgürlüğümü kısıtlayamazdı. Kuralları severim beni kısıtlayan kurallar konusunda tam bir kuralsız olurum. Umursamaz ve dünyadan uzak birisiyim. Burada yaşıyor, burada nefes alıyor olabilirim ama ruhumun buraya ait olduğu anlamına gelmiyor. Ben bağımsızım ve zincire vurulmam.
İki saatim vardı. Hazırlanmak için iki kocaman saat. Fazla değil miydi? Saate baktım.
12: 48
Gözlerimi ovup bir kez daha baktım. Bu saat yanlış olmalıydı. Komodinin üzerindeki dijital saate baktım. Aynı. Bu saate kadar hiç uyumamıştım. Bu neydi böyle? Şaşkınlığımı atamadım bir türlü üzerimden.
Dün gece kendimi fazla mı zorlamıştım? Yorgunluğumu hissetmemiştim ama bu kadar uyuduğumu göre epey yorgun düşmüşüm.
Hızlıca yatak örtümü üzerimde attım ve deli gibi dolanmaya başladım. Kafamda dönüp ruhuma çarpan o kadar konu vardı ki! Saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirdim. Derin bir nefes alıp yapacaklarımı sıraladım. Önce bir duş almalıydım.
Hemen duş işini halledip mutfağa geçtim. Aslında kahvaltı yapmam gerekirdi ama saat çoktan öğleni geçmişti bu yüzden kendime başka bir yemek hazırlamalıyım.
Zihnim yine benden önce davranmıştı. Ateş'in yaptığı tavuk fajitadan yiyememiştim ama kendim yapıp nasıl bir şey olduğunu anlayabilirim. Sorun şu ki yemek tarifi yok.
Annemin milyonlarca kitabı olsa da bir yemek tarifi kitabı yoktu. Saçlarımı çekiştirmek istesem de sakin kalıp telefonu elime aldım. Bilgisayarım olmayabilirdi ama telefon da işimi görürdü. Arama motoruna yemeğin adını yazdım. Ve kısa süre içinde de tarifi buldum.
Kağıt kalem bulundurduğumuz çekmeceyi açıp tarifi sarı renkli not kağıdının üzerinde temize çekmeye başladım.
Ayakta olmaktansa yemek masasına geçmeyi tercih ettim. Yavaşça sahil manzarasına karşı kuruldum. Saçlarımı kurutmadığıma şu anda pişman olmaya başlamıştım. Dikkatimi yeniden toplamak zor oldu.
Kaleme tepesinden basarak ucunu kullanılabilir hale getirdim. Yavaşça malzemeleri yazmaya başladım. Yazımın özenli olmasına gerek yoktu. Okunulabilir halde olması yeterliydi. Bu yüzden hızlıca yazdım. Hızlı yazmış olmama rağmen yinede güzel yazmıştım. Güzel yazmak; bu da bir zeka belirtisiydi. Aynı şekilde çirkin yazmanın da bir zeka belirtisi olduğunu söylerlerdi. Hızlı düşünüp yazmakta bir zeka belirtisiydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Cennet
ChickLitOnlar, unutulmuş şehrin,unutulmuş çocuklarıydı. Kara Cennet'in gölgesinde büyüyen yaban çiçekleriydi. Yalnız, bencil ve kötüydüler. Onlar, polislerin korkulu rüyalarıydı. Ve hepsinin sahip olduğu korkunç bir sır vardı.Aralarına yeni katılan Çağr...