Sınırları genişleyip derinliği artan anıların derinliğinde kulaç atmak; zamanı, saati, anı ciğerimin en küçük birimine dek solumak için engel değildi. Zıttına anıların zenginliği, yaşama bilincimiz olarak hayatın tadına varabilmemiz için eşi ve benzeri olmayan hazine değerindeydi. Derinleştikçe karanlık bir yere dönüşen bu denizden her zaman keyif almak maalesef her zaman mümkün değildi.
Ateş'in arabasından dışarıyı seyrederken aklıma gelenler ile yine kavga dolu günlerimizin olabileceğini biliyordum. Birbirimizi seviyorduk ama her zaman pürüzler olacaktı değil mi? Belki de hoşgörülü olmayı bilmeliydik. O zaman hayat daha çekilir olurdu.
Normalde büyük bir uyku sorunu çeksem de Ateş'in varlığını bildiğimden koltuğa yayılıp sabaha kadar burada kalmak istedim fakat Ateş beni nazikçe kaldırmaya çabalarken korkuyla gözlerimi açmış ve onu görünce rahatlayarak kendimi bırakmıştım. Evimin kapısını nasıl açtığına dair en küçük bir fikrim olmasa da beni yatağıma kadar getirdiği için minnettardım.
"Ateş," diye mırıldandım. Beni bırakıp gidiyordu ama bu kocaman evde tek başıma kalmak istemiyordum. Ailem kim bilir yine neredeydi?
Yanıma başıma geldi ve saçlarımı okşadı. O anda birkaç damla gözyaşını fazla duygusallaşarak bırakmıştım. "Bu gece benimle kal," dedim. Hala uykulu bir sese sahiptim ama gözlerim tamamen açıktı. Ateş'in gözlerinde büyük bir ikilem dolandı fakat telefonundan birkaç mesaj atıp yanıma uzandığında titreyerek nefes verdim ve göğsüne sarılarak uyudum.
Güneşin ilk ışıkları çekmeyi unuttuğumuz gece perdesi yüzünden bizi uyandırmıştı. Yatakta esnerken kaç sabah bu kadar mutlu uyandığımı düşündüm ve kalbimin sıkıştığını hissettim. Ateş'i tanıdığımdan beri her şey daha iyiye gidiyordu.
"Günaydın," dedi çarpık bir gülümsemeyle.
Hala uzanan Ateş'e baktım. "Günaydın," dedim çocuksu bir neşeyle. Bütün günümü onunla geçirmek istesem de telefonundan hala işlerini ertelediğini fark ettiğimde suratım asıldı. Yinede fazla bencilce davranmayarak gülümsemeye çabaladım.
"Kahvaltı edelim mi?"
"Uyanır uyanmaz yemeği nasıl düşünebiliyorsun?" Hayran hayran bana bakması elimle yüzümü kapatmama sebep oluyordu.
"Yemeği değil, bana kahvaltı hazırlayan seni düşünüyorum," dediğimde istediğim mesajı oldukça güzel verdiğime inandım. Ateş sabır dileyen bir gülümsemeyle yataktan kalktı ve birlikte mutfağa indik. Onu yemek hazırlarken izlemekten daha güzel bir an yoktu ve oldukça etkileyici görünüyordu.
Ateş yumurtanın beyazını çırparken bende masayı kuruyordum. Benim kadar bizim mutfağında şaşkın olduğuna eminim. Bizim evde yemek piştiği çok nadir görünürdü.
Kahvaltı masası bittiğinde oturup karşılıklı yemeye başladık. Ateş'in yumurtasından kocaman bir ısırık aldım beğendiğimi belirten sesler çıkardım.
"Bir haftadır bir şey yemiyorsun galiba," dediğinde oldukça iştahlı bir şekilde yediğimin farkına vardım.
"Hepsi dün ki kız yüzünden. Akşam akşam iştahımı kaçırdı. Keşke saçını başını yolsaydım," dedim çocuk gibi. Onun yanında beş yaşındaki bir çocuktan farkım kalmıyordu. Ateş'in suratındaki gülümsemeden onun götünü kaldırmaktan başka bir şey yapmadığımın farkına vardım. Zaten yarısı ego olan birisini daha fazla kasılmaya zorluyordum.
Kahvaltıdan sonra ilaçlarımı içerken pür dikkat bana bakıyordu. Benim için endişelendiğini biliyordum ama ona anlatamazdım. Alt dudağımı üzgünce sarkıtarak beline sarıldım. Göğüs hizasından sadece biraz daha yukarıdaydım ama Kiraz'ı kendime hatırlatarak bu mevzuya kafa yormadım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Cennet
Chick-LitOnlar, unutulmuş şehrin,unutulmuş çocuklarıydı. Kara Cennet'in gölgesinde büyüyen yaban çiçekleriydi. Yalnız, bencil ve kötüydüler. Onlar, polislerin korkulu rüyalarıydı. Ve hepsinin sahip olduğu korkunç bir sır vardı.Aralarına yeni katılan Çağr...