~36~

986 64 2
                                    

Kendimi kitapların ve gazetelerin dünyasına sokmuş, okumaktan başka bir şey yapmıyordum. Elimdeki yerel gazeteyi de bıraktım. Bırakın Ateş hakkında bir şey bulmak, Sayışman soyadı ile ilgili bir şey bile yoktu. Onları merak edip duruyordum. Ateş'in babasını, hayatta olan tek yakınıydı. İlişkileri nasıldı? Normal bir baba oğul ilişkisi miydi, yoksa kavgalı mıydılar? Bilmiyorum ve beni ilgilendirmese de çok merak ediyorum.   

Bana artık küçücük gelen odamın kitap kokulu atmosferinde yaşıyorum. Bu koku binlerce insanın para yatırdığı kozmetik dünyasının renkli ürünlerinin kokularına hiç benzemiyordu. Kitap kokusu rahatlatıcıydı. Kitaplarla dolu olan odamda okuduğum zaman düşüncelerimin arasında boğulmaktan kurtuluyorum. Okumadığım zamanlarda ise alta kalıp düşüncelerimin beni bir sinek misali ezmesine izin veriyorum.

Duyabildiğim bir uçurum kıyısındaydım. O kadar karanlık, o kadar derindi ki, yoğun bir sisle örtülüyordu. Gözlerimi zorlasam da hiçbir şey göremiyorum. Uzun zamandır bu uçurum kıyısındaydım. Ateş'in evinden çıktığım o günden beri böyleydim. Onu ne görmüştüm ne de haber almıştım. Buralarda olmalıydı. Ayrıldığımızı da çıktığımız gibi herkese o duyurmuştu.

Başka kim olabilirdi ki?

Sanki beynimin içindeki trafik sıkışmış gibiydi. Olduğum yerde duruyordum ve asla yeşil ışık yanmayacak gibiydi. Yapmam gereken bulunduğum arabadan inmek ve kaldırım boyunca koşup gerçekten özgür olduğumu hissetmekti ama tek yapabildiğim koltuğumda oturup parmaklarımda direksiyonda ritim tutmaktı.

Beklemekten başka yapacak bir şeyim yoktu.

Bir kadının vücuduna hapsedilmiş ufak bir kız çocuğu gibi hissediyorum. İçimdeki çocuk oynamak istiyordu. Neşeli kahkahalarıyla gökyüzünü boyamak istiyordu ama onu içime hapsetmiştim. Bazen bana yaramaz fikirler fısıldıyordu ama ben onu tıpkı çocukluğumda yaptığım gibi daha da derine itiyor ve olgun numarası yapmaya devam ediyordum.

Yine kendimi eve hapsediyor ve oyun oynayan çocuklara camdan baktığım yine sokaklara bakıyorum. Bu sefer oyun oynayan çocuklar yoktu. Hiç kimse yoktu.

Güzel olmaktan bıktığım anlar vardı. Bu da onlardan biriydi. Eğer Ateş'in dikkatini çekecek kadar güzel olmasaydım şimdi benim için bir anlam ifade etmeyecekti. Belki sadece platonik olarak kalabilirdi ama şimdi çektiğim acı kadar olmayacaktı işte.

Herkes adına konuşamam ama çoğu kişi çirkin insanlardan nefret ederdi. Sesli olarak söylemiyorlardı ama kalplerinin derinliklerine indiğiniz zaman bunu kontrol edin. Sevmiyorlardı. Onlarla kimse arkadaş olmak istemezdi, kimse onlarla takılmak istemezdi. Partilere davetiye almazlardı. Sadece görmezden gelinirlerdi. Ve o çirkin insanlar hayatı boyunca hep güzel olmak için çabalayacaklardı. Kabul görmek isteyeceklerdi. Güzel olmaya çabalayacaklardı.

Bazılarının çabası gerçek olacaktı bazılarınınki ise gerçekleşmeyecekti.

Kandan, oksijenden, aşktan bile daha önemli şeyler vardı. Bizi hayatta tutan bunlar değildi, umuttu. Çirkin insanların güzele dönüşmek için verdikleri emekte bir umuttu. Tamamen umuttan oluşuyorduk.

Hayatı yeterince yaşamadığını düşünen insanlardan sakınırım çünkü asla hayatta yapacaklarını yaptıklarını düşünmezler. Ölümden korkarlar ve asla anı yaşayamazlar. Anı yaşamak. Sanırım artık bende anı yaşayamıyorum. Aslında onsuz yaşayamıyorum.

Biri size güveniyorsa daha büyük bir silaha ihtiyacı yoktu. Sizi güveninizden vurup giderdi. Bende güvenimden vuruldum. Öyle bir vuruldum ki hala şokta olduğumu söyleyebilirim. Elim kalbimde ve kanayan yaramı biraz avutmaya çabalıyordu. Canım yanıyordu. Ama kimsenin umurunda değildi. Belki de kimsesiz olduğumdandı. Öksüz olduğumdandı.

Kara CennetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin