1-YOLCULUK

1.3K 58 2
                                    

NOUVILLEYA


          Geceyi bıçak gibi kesen bir sesle uyandım. 

  Sersemliği üstümden atamadan bir el beni kolumdan sürüklercesine çekti. Zorla evin dışarısına sürükleniyordum. Meşale ışığı gözlerimi kamaştırırken elin sahibini güçbela seçmeye çalışıyordum. 

    Bronzdan yapılmış miğferinin tepesine kırmızı tüyler kakılmıştı. Zırh, loş ışıkta ürkütücü biçimde parlıyordu. El sahibinin hiç rastlamadığım motifli bronz göğüs zırhı, dizlikleri vardı. 

Öteki elindeki uzun mızrağın küt ucuyla sırtıma sertçe vurduğunda yere kapaklandım. Ellerimle kendimi destekleyecek zamanı bulamadım, yerle birleştim. Ağzım kan ve kumla doldu.

 Sıcak Mısır havasını kadınların tiz feryatları doldururken sadece olduğum gibi uzanmak istiyordum. Adam arkamdaydı, saçlarımı eline dolayıp beni zorla ayağa kaldırdı. Eline doladığı saçlarımın bir kısmının saç derimden ayrıldığını hissediyordum, açıkta kalan yerler cayır cayır yanıyordu. Acının etkisiyle ağzımdan acı bir çığlık koptu. Gözlerim yaşlarla dolmuştu. 

        Mızrak zoruyla beni köy meydanına, tüm komşularımın toplanıldığı yere bıraktı. İki asker ellerimi birleştirip kalın bir halatla beni sıraya bağladı. Kadınlar çocuklarına sımsıkı sarılmış, ağlıyordu. Sırada hiç erkek veya yaşlı olmadığını fark ettim.

 Etrafıma bakındığımda erkek çocukların farklı bir yerde toplandığını, yaşlılarınsa biraz daha uzakta mızraktan geçirildiğini dehşetle izledim. Sıraya alınmayacak kadar küçük olanlar ise annelerinden koparılmamıştı. 

Gözüm üvey erkek kardeşimi arıyordu fakat oğlan sırasında yoktu.

 Kalbim gümbür gümbür çarpıyordu. Ne olacağının bilinmezliği içerisinde uzun bir süre geçti. Konuşan insanlara bağırıp vurduklarını görünce sadece çaresiz bir  sessizlik içerisinde bekledim. Küçük fısıldaşmaları dinleyip fikir sahibi olmaya çalışıyordum. Sesler zihnimde birbirine karışıyordu, gerginlikten kusmamak için insanüstü çaba gösteriyordum. 

En sonunda kusma isteğine karşı koyamaz hale gelmiştim. İki büklüm olup yana eğildim, midemdeki tüm safrayı kustum. Ağzım ekşi bir tatla yanıyordu. Başım dönüyor, tekrar tekrar kusmak istiyordum; hayatımda hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. 

       Uzunca bir bekleyişten sonra genç, sağlıklı kadınları ve çocuklu, hasta veya göze hitap etmeyen kadınları ayırmaya başladılar. Genç kadınlarla birlikte ayrıldığımda bir nebze de olsa rahatlamıştım.  Bu insanlar kim olursa olsundu, insanoğlu taze olana hep daha iyi davranırdı.

 Aşağı Mısır'a doğru yola çıktık. Günler yolda uzadıkça uzuyordu. Çıplak ayaklarım altındaki çakıl taşlarıyla paramparça olmuştu fakat hayatım için yürümekten başka şansım yoktu. Devamlı, mola vermeksizin yürüyorduk; bir süre sonra bazı kadınlar dayanamadığı için askerlere yalvarmaya başladı. Belli bir noktaya kadar dürtülüp itilen kadınlar, ısrarla durup sırayı bozmaya devam ettikçe mızraktan geçiriliyor; cesetleri vahşi hayvanlara bırakılıyordu. 

Yorulmuş ve terlemiştim. Belki de ısrarlarıyla kendini öldürten kadınlar akıllıydı, işkenceyi en başından bitirmek lazımdı. Neydi bilmiyorum fakat bir şeyler beni yürütüyordu, hayatıma zorla tutunuyordum. Çok ilerlemiştim, sonrasında daha ne kadar ilerlerdim bilmiyorum fakat devam edecektim, burada ölemezdim. 

      Kafilenin başındaki atlı süvarilere kah nefret kah imrenme ile bakıyordum. Bir atın sırtında olmak için veremeyeceğim şey yoktu. Artlarından gelen piyadeler ağır zırhların ve kalkanların altında beklenmedik çeviklikte adımlarla ilerliyordu. Gecenin ileriki saatlerinde harap edilmiş küçük bir köyde konaklamaya karar verildi. Bu harabenin neresi olduğunu çözemiyordum. 

Roma'nın Kanı (GXG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin