8

533 51 3
                                    

   NOUVILLEYA


 Alba'nın söylemlerinden aklımda kalanlarla yolumu zar zor bulmuştum. Üç kez yanlış yere sapmış, bir kez tümüyle yolumu kaybetmiştim.

 Odaya girdiğimde odaya yeni gelenlere farklı şilteler konulmuştu. Oda kalabalıktı.

 Bir köşede sarışın bir oğlanla koyu tenli bir oğlan fısıldayarak konuşuyor, iki kız nakış yapıyordu. Sarışın oğlanın saçları örülüydü, saçlarının bu kadar uzun olması çok dikkatimi çekti. Saç örgüsü belinden aşağı dökülecek uzunluktaydı. Öteki köşede ise bir grup resim çiziyordu. En köşede kırmızı saçlı bir kız elindeki küçük bıçakla ahşap yontuyordu. Bizi gördüğünde işini bıraktı. Kolunu başının arkasına koymuş, duvara yaslanmış bizi incelemeye başladı. 

Çok düşmanca bakıyordu. Kızla göz göze geldiğimde irkildim. Gözleri uzunca bir süre üstüme kenetlendi, göz teması kurmamaya çalıştıkça daha da fazla bakıyordu. En sonunda bıçağını elinde çevirmeyi bırakıp önündeki tahtayı yontmaya geri döndü. Gözlerini benden çevirdiği anda rahatlamıştım.

 Saçları resmen kırmızıydı, kan kırmızısı.

 Renk gerçek gibi durmuyordu. Bir yandan kızın görünüşüne hayran kalmıştım, öteki yandan kızda beni çok rahatsız eden bir şeyler vardı. Özellikle ondan tarafa bakmamaya çalışarak Shani'yi takip ettim.

 Kırmızı saçlı kız yanındakine eğilip bir şeyler fısıldadı, yanındaki garip dövmeleri olan kız kahkaha atmaya başladı. Uzunca bir süre kahkaha attı, kıza dönüp baktığımda kızıl saçlının bana baktığını fark ettim. Rahatsız olmuştum. Gözlerimi yine kaçırdım. Ne diye böyle bakıp duruyordu?

  Şiltede Shani ile Marwa'nın yanına yerleştim. Bacaklarımı karnıma çekip sohbetlerini dinlemeye başladım. Sohbetlerine katılmak istiyordum fakat kızıl saçlı kızın dik gözlerini üstümde hissediyordum, bu gerginlikte dikkatimi toplamam mümkün değildi. Kıza bakmamak için yapmacık bir kayıtsızlıkla odayı incelemeye başladım. 

   Aslında burası bir nevi görkemli bir odaydı. Kapının hemen sağındaki duvar boylu boyunca dolaplara ayrılmıştı. Ceviz ağacından dolaplar sadeydi, kulpları pirinçtendi. Dolapların bir kısmı kareydi ve küçüktü, bir kısmı ise gardırop olarak kullanılıyordu. 

Uzun havadar odanın sağ ve sol kısımlarına yan yana uyku şilteleri atılmıştı. Şiltelerin başlarının değdiği duvarlara ufak raflar asılmıştı, raflar da dolaplar gibi cevizdendi. 

Ortada kalan açıklığa yer yer kilimler serilmişti. Kenarları boylu boyunca şiltelerle döşenmiş oda geniş balkona açılıyordu. Balkon girişi üç kemer ile müjdelenmişti, en ortadaki kemer kardeşlerine kıyasla daha yüksekti. Sütunların arkasında duvarlara menteşeli çift kanatlı dev kapılar sonuna kadar açılmıştı. Dev kanatların üstünde oyulmuş kapalı kapılar vardı, kapıların kenarlarına kare camlar gömülmüştü. Kışın kapıların kapatıldığını ve küçük kapıların balkona çıkış için kullanıldığını tahmin ediyordum. Kapının üzerindeki kare pencereler şeffaf ve sadeydi, saraydaki renkli vitraylı camlarla ilginç bir tezatlık oluşturuyordu. Tabii köle odasının süslü olması beklenemezdi fakat burası sadeliğine rağmen enfes tasarlanmıştı. Köleleri hayvandan sayan Romalıların bu denli bonkör olması komikti.     

  Akşam serinliği çökmüştü, balkondan esen meltemle üşüdüm. Serin meltemler bahçeden iğde ve kayısı kokuları taşıyordu. Gözlerimi kapatıp havayı doya doya içime çektim. Ömrümde bu denli ferah bir hava soluduğumu hatırlamıyordum. Ciğerlerime tatlı hava doldukça içimi huzur kapladı.

Roma'nın Kanı (GXG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin