4-NİHAİ TANIŞMA

568 53 5
                                    

  NOUVILLEYA


   Önümüzdekiler birkaç asker ve tahminen bizim gibi kölelerden oluşan bir topluluktu. Başımızdaki asker sabırsızlıkla kalabalığa daldı. Umutsuzca takip ettim.  

Askerler arasında geçen kısa bir konuşma sonrasında zorla sıraya dizildik. Ortalarda bir noktada Abrar'la yan yana durduk ve kaderimizi beklemeye başladık. 

 Uzaktan genç bir erkek sesi duyuldu. Bunu duyan askerler herkese teker teker diz çöktürdü ve arkamızda mızraklarını tutarak pozisyon aldılar.

 Yere bakarak beklemeye başladık. Hafifçe kafamı yana eğip Abrar'a baktım, sözümü tutup tutamayacağımı merak ederek gergince duruyordum. 

En sonunda koridorun ötesinden ayak sesleri yükseliyordu.

   Yerdeki ipek kilimler bile tabana değen topukların sesini tümüyle bastıramıyordu. Ayak sesleri yaklaştı ve yaklaştı, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. 

Artık dibimizdelerdi. Sıranın başından başlayarak ağır adımlarla yürümeye başladılar. Ara sıra duruyor, sonra tekrardan yürümeye devam ediyorlardı.

 Ayaklara bakacak cesaretim bile yoktu. Önümdeki kilimin püsküllerine gözlerimi kenetlemiş, sadece titreyerek bekliyordum. 

Kulaklarım savaş gecesinde olduğu gibi uğulduyordu. Sesler birbirine karışıp garip homurtulara dönüşüyordu. ''Kafamı kaldırmamalıyım, kaldırırsam ölürüm'' diye içimden kendime devamlı uyarılarda bulunuyor, sıramı bekliyordum.

 Korkumu dizginlemeye çalışarak algılamaya çalıştım.

    Ortadaki kişinin ötekilerden daha önden yürüdüğünü seçtim. Yere emin adımlarla basıyordu. Topuklarının altındaki mermer inliyordu. Ardından sesler netleşti, öndekinin kadınsı sesini işittiğimde irkildim. Bir kadındı. 

Emrivaki bir sesle konuşuyordu. Duyan muhafızlar sırayla diz çökmüş insanları kaldırıp grupluyordu. 

Ses tonu oldukça emin, resmi ve gergindi. Sesi algılamak beni daha da germişti. Kadın olduğu için daha merhametli olacağını umarak kendimi yatıştırıyordum. 

Sonunda önüme kadar geldi, adımları yavaşladı ve durdu. Havanın elektriklendiğini hissedebiliyordum. Ağzımda metalik bir tat vardı.

Topuğunun üstünde olduğu yerde döndü ve bana bir şeyler söyledi. 

Anlayamıyordum, kalkmam mı lazımdı?

 Kalkmam gerektiği tahminim yanlışsa bu hata başıma mal olabilirdi. 

Cesaret edemiyordum.

 Ses söylediği şeyi tekrarladı. Bu sefer daha gergindi.

 Kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Gözyaşım doğrudan önümdeki kilime düştü. Fark edilmeyecek şekilde gözlerimi hafifçe kaldırdım. Şimdi sesin sahibinin ayaklarını görüyordum.

 Sandalet baldırlara tırmanırken kaynatılmış deriden dizliklerle buluşuyordu. Sağ bacağı kasılmıştı, topuğu kalkıp iniyordu. Ayakların aslında oldukça zarif kadın ayakları olduğunu düşündüm. 

Ve gür ses, söylemini tekrarladı.

 Her kelimede elektrik çarpmışa dönüyordum.

 Kafamı kaldırmaya gücüm yoktu. Muhafızların da ses sahibinin de gözlerini başımın tam üstüne hissediyordum. Ağzımdan kontrolüz bir hıçkırık koptu. 

Abrar'a ihanet etmiştim.

 Daha ne yapacağımı bilmezken o kızı nasıl koruyabilirdim ki? Ona cesaret vermem gerekirken korkudan titreyen bendim. Bu düşünce beni kahretti. 

Daha fazla ağlamaya başladım.

Histerik bir biçimde titriyordum. 



    ''Sana üç defa tekrarladığım bir emri yerine getirmedin. Dahası yüzüme bakacak cesaretten bile yoksunsun. Yüzüme bak. Hemen.'' 

 Kusursuz bir Mısırca.

 Telaffuzu duyduğum anda baştan aşağı titredim. Mideme yumruk yemiş gibiydim. Sakin ama korkutucu ses tonu beni etkisi altına almıştı. Şimdi ilk başta olduğumdan da korkmuş haldeydim.

Karşımdakinden ölesiye nefret ediyordum. Hayatım boyunca bu denli çaresiz, bu denli aşağılanmış ve korkmuş hissetmemiştim. Zorla başımı kaldırdım. Sesin sahibi ile yüzleşme vakti gelmişti.

Roma'nın Kanı (GXG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin