VALERIA
Ignicia ile olan kavganın üstünden beş gün geçmişti. İkinci gün tereddütle odaya geri dönmüştüm. Ignicia'nın alevli öfkesi yerini durgun bir üzüntüye bırakmıştı. Şiltesinde dalgın dalgın kitap okuyor, sıklıkla ufuktaki denizi seyretmek için deniz kenarına iniyordu. Bu esnada başımın arkasındaki yara yavaş yavaş iyileşiyordu. Elmacık kemiğimdeki kesik ise iz bırakacak gibi görünüyordu. Günlerimi mutfakta yardımlar ve rutin görevlerimle geçiriyordum, ara sıra kütüphaneye gidiyordum. Saray da sanki İgnicia ile birlikte durgunlaşmıştı, her şey huzursuz bir durgunlukta akıp gidiyordu. Durgunluğun fırtına öncesi sessizlik olmamasını diliyordum. Kraliçeyi ise uzun zamandır görmemiştim. Sıkıntıyla Leo'nun yanına yerleştim. Arpının tellerini ayarlamaya çalışırken dilini dışarı çıkarmış, pür dikkat arpa bakıyordu. Hallettiğinde arkasına yaslandı, beni yeni görmüş gibiydi. "Ne oldu Val? Sıkkın duruyorsun." Ne desem bilmiyordum. Kraliçenin beni çağırmamasından yakınmak istesem de kraliçenin yası beni daha çok meraklandırıyordu. "Lorenzo kimdi? Sana sormak için fırsat kolluyordum." Yüzüme baktı. Neden sorduğumu anlamak ister gibiydi. İç çekti. "Serenes'in taşkınlığını dizginlerdi. Onu severdim." Açıklayıcı olmadı. Suratına bakmaya devam ettiğimde toparlamak istercesine devam etti. "Serenes ve Lorenzo birlikte büyütüldü. Lorenzo soylulardan birinin oğlu. Serenes sürgündeyken Lorenzo da Serenes'in yanında gitti. Omuz omuza savaştılar. Geldiklerinde Serenes'le çok yakınlardı. Ama görmeliydin Val, bu zamana dek gördüğüm en bilge genç adamdı. Sanki geleceği öngörür gibiydi. Savaş öncesi Serenes'le kendi ölümüne dair konuştuğuna kulak misafiri olmuştum. O zaman buna gerçekten ikna oldum. Deliceydi." Arpını yanına koydu. Özlem duyar gibi gözlerini tavana dikti. "İmparatoriçe ile koridorlarda gülerek silah talimi yapmalarını hâlâ hatırlıyorum. Güzel zamanlardı. Lorenzo gitti gideli hiçbir şey aynı değil sanki. Aramızda kalsın, imparatoriçenin eski gaddarlığını bile özlediğimi düşünüyorum şu aralar." Dizlerimi karnıma çektim. "Karakteri nasıldı peki?" Leo hafifçe gülümsedi.
"Çok kibardı. Kölelere ve efendilere aynı davranırdı. Sakindi, düşünceliydi. Kraliçenin ani dalgalanmalarını bastırabilen belki de tek kişiydi. Devamlı hafifçe gülümsese de gözleri.. Sanki uzağı görür gibi bakardı. Bilmiyorum." Lorenzo'yu insanlardan öğrenmeyi seviyordum. Dinledikçe bu dünyadan göçüp giden bu genç adamın yanımızda bir yerlerde olduğunu düşünmek hoşuma gidiyordu. "Peki ya görünüşü?" Gözlerini tavandan kaldırıp gözlerime dikti. "Çok garip bir şekilde, bana onu anımsatıyorsun. Göz renginiz, yüz hatlarınız.. Sana benziyordu. Sadece burun şekli ve dudaklarını o kadar benzetemiyorum. Ama gözleri seninkiyle aynı yeşildi. Teni biraz daha açıktı, buğday rengi. Saçları düz ve koyuydu. Boyu da Serenes'ten biraz daha uzundu ama çok değil. Birkaç santim belki." Daha fazla dinlemek istesem de Leo'yu zorlamak istemedim. "Keşke tanışabilseydin. Severdin." Dinlediklerimle ben de seveceğim düşünüyordum. İç çekip başımla onayladım. "Kraliçenin neyi var Leo? Lorenzo dışında yani." Leo kararsızca yüzüme baktı. Tam sözüne başlamışken Donna içeriye girdi. "Boncuklu çocuk, müzisyenler odası başı seni çağırıyor. Gelecek haftaki davet için senin sesine ihtiyacı varmış." Leo elini dizime koydu. "Geldiğimde konuşuruz." Leo odadan çıkarken Donna'yla bakıştık. Lorenzo'yu Donna'ya da sormak iyi bir fikirdi. "Donma, yanıma otursana." Kütüphaneye yürürken aklımdan geçen tek şey bu ölü genç adam ve insanların hafızasındaki yeriydi.
Kütüphanenin muazzam boyutu hâlâ girdiğim ilk anki gibi büyülüyordu beni. Sıralanmış, gruplandırılmış uzun onlarca raf, sıralı çeşit çeşit dilde binlerce kitap... İmparatoriçenin kişisel kütüphanesinin İskenderiye Kütüphanesi'nin kendisinden daha büyük olduğunu duymuştum. Kütüphane binası mimarisi ile de büyüleyici bir yerdi. Dev kemerler ortada, cam kubbenin etrafını motiflerle sararak birleşiyordu. Boydan boya duvarlar raflarla donatılmıştı. Cam kubbenin altındaki dev boş alana çalışma masaları ve koltuklar yerleştirilmişti. İkinci kat kolezyumda olduğu gibi balkon şeklinde duvarların kenarlarına inşa edilmişti, ilk katın aksine yabancı dillerdeki kitaplara ayrılmıştı. Aynı zamanda rasathanenin çıkış merdiveni ikinci kattaydı. Artık Latinceyi az uz okuyordum. Latince kitaplardan birini denemeyi umarak Roma tarihi ile ilgili bir kitap aldım, koltuğa oturdum. Zor akademik dili çözmeye çalışırken en sonunda pes ettim. Ağır gelen kitabı umutsuzlukla yerine koyup üst kata çıktım. Çok zaman almadan bu Latince kitapları da anlayarak okumaya kendime söz verdim. Mısırca bölümünde, gözlerim tarih ve literatür rafında bir kitaba takıldı:
"I. Yüzyıl ve Roma Etrafında Şekillenen Yeni Dünya Düzeni"
Ciltli kitap yeni duruyordu. Kitabı raftan çekip çıkarttım. Yazım tarihi iki sene önceydi, kitap gerçekten yepyeniydi. Cam terasın önündeki kanepelerden birine yerleştim. Kitap yüzyılın en güçlü hükümdarlarına bir bölüm ayırmış, kronolojik sırayla önemli Avrupa savaşlarını kayıt altına almıştı. Gözüm isimleri tararken sonunda onu buldum:
I. Marcus Atreus Serenessia. Namı diğer Serenes. O ana değin kraliçenin diğer isimlerini duymamıştım. Bir kadına verilen bu isimler ise erkek isimleriydi. Aynı zamanda bir tarih kitabının içinde bulunulan yüzyılda yazılmış olması alışıldık şey değildi, taraflı olduğunu sezinleyerek deri kapağı açtım. Serenes'in öteki isimlerini garipsemiş halde, sayfaları sabırsızca çevirdim. Gözlerim merakla Serenes'in ismini arıyordu. Son kısım kraliçeye atfedilmişti, kronolojik sıralanmış savaş listesinin altında başlayan bölüme baktım: "Baba Kanıyla Yıkanmış Bir Taht" Kitabı okudukça şaşılacak şeyin Serenes mi, yoksa kitabın dönemi için bu denli yönetim karşıtı yazılmış olması mı olduğuna karar verememiştim. Serenes'in acımasızlık ve reformlarıyla, bu denli çıplak verilmesi garipsenecek şeydi. Yazar bu kitabı kafasının kesileceğini bile bile yazmış olmalıydı.
Açık açık kadının bir "diktatörlük" yönetimi kurduğu, korku salan baskı yönetimi ile tahta geçtiği yazılmıştı. Sayfaların aslen kanla yazılması gerektiği tarihçi tarafından üstüne basılarak söylenmişti. Dahası, bu kitap bizzat kraliçenin kendi kitaplığındaydı. Serenes'in buna izin verecek açıklıkta olması diktatör olmasına dair yazılarla çelişiyordu, bir diktatörün buna nasıl izin verdiği ise tartışma konusuydu. Kitabın aradan kaçmış olduğunu düşünerek devam ettim.
Öte yandan kitap, Roma'nın birkaç yılda yırtılırcasına genişleyen sınırlarını ve devrim niteliğindeki reformları da açıkça yazmıştı. Serenes döneminde artan refah seviyesi de ele alınmıştı. Kitap iyisi ve kötüsüyle, kraliçeyi tüm çıplaklığıyla yazmıştı. Bu baba katilinin tahta geçtiği gün yapılan "Roma Yanarken" tablosunun baskısını yazının sonunda gördüm. Elimi mürekkeple basılmış küçük Serenes figürünün üzerinde gezdirdim. Benim yaşımdayken bir ülke fethetmişti.
Kütüphaneden ayrıldığımda içimde hayranlıkla karışmış garip bir his dalgalanıyordu. Kraliçenin kısa ömrüne iki imparatorluk fetih ve reform sığdırması bir insan için neredeyse imkansızdı. Ve ben, böyle bir hükümdarın kurduğu ülkede, hükümdarın bizzat kendi sarayında, birkaç metre mesafede duruyordum. Tekrar yatakta yanına oturacak kadar yakınında olmamın ise ne kadar zaman alacağını bilememek beni delirtiyordu. İçten içe kendime ne kadar kızsam da, Serenes'in yaptığı etik olmayan davranışlara bile sebeplere bağlı hak verir olmuştum. Onu sadece yaptığı gibi ülkesini yönetirken, anlatılan hükümdar olurken izlemek istiyordum. Düşünceler içinde yokuşu tırmandım.
Hizmetli odasına yerleştiğimde hava kararmak üzereydi. Birkaç dakika içerisinde çalan yemek çanıyla ayaklandım ki Alba içeri girdi. "Ignicia, kraliçe seni odasına bekliyor." Şiltede uzanan Ignicia olduğu yerde doğruldu. İnanmaz gözlerle Alba'ya bakıyordu. Benim içinse zaman durmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Roma'nın Kanı (GXG)
Narrativa StoricaSavaş sonucu Roma'ya esir alınan Nouvilleya, açık arttırmasında imparatoriçenin dikkatini çeker. Saraya seks kölesi olarak alınır ve ismi Valeria olarak değiştirilir. Bu esnada acımasızlığı ile tanınan İmparatoriçe Serenes'in fetihler ve lanetli b...