12-HAİNİN SAVUNMASI

492 43 6
                                    

SERENES



"Gönderdiğim ulağın kafasıyla bir not göndermişler. Notta baba katilinin kafasını da böyle bir çuvala koymaya geleceğini yazmış." Kemerime sıkıştırılmış kanlı notu Austin'in önüne attım.

 Sakince parşömen kağıdını açıp yazıyı tekrar okudu. "Peki bunları getiren ulak nerede?"

 "Hücrelerden birine koydurdum. Adamın kellesi ile not gönderebilirim ama o zaman bu döngü biz savaşana kadar devam eder. Bir ulak daha kaybetmek istemiyorum. Fakat adamı canlı gönderirsem de yumuşak bir kadın olduğum için canlı gönderdiğimi düşünüp bundan cesaret alacaklar. Kadın olduğum için küçük görülmem yetmiyor gibi." 

 "O zaman onlara aksini göster."

 Omzumdaki sızıyla başımı arkaya attım. Bir süre gözlerimi kapattım, şarap beynimi bulandırmaya başlamıştı. "Bu sefer güçler yakın, ordu hakkında ajanlardan bilgi alamıyorum. Altısı kayıp. Bulunup işkence edildiklerinden artık emin sayılırım. Sanırım hakkımızda çok bilgi veremeden can verdiklerini ummaktan başka çarem yok. " 

Gözlerimi açtım. Austin pür dikkat suratıma bakıyordu. Benden bir şey bekler gibiydi. Devam etmeye kendimi zorladım. "Ve şu kehanete gelince... Gerçekleşmesinin yakın olduğunu düşünüyorum. Rüyalarım yine derinleşmeye başladı." Devam edecekken sözümü kesti. "Peki ya iştahın?"

 "Gördüğün gibi." 

Sakalını sıvazladı. "Evet, bu sefer kesin kaybedeceksin. Uyumuyor ve yemiyorsun. Yaran bir türlü iyileşmiyor ve en önemlisi, kendinden şüphe etmeye başlamışsın. O gün saray kapısında birlikte yürüdüğüm çocuk sen değilsin." 

Bunun beni alevlendirmesini beklediği aşikardı. Ama içimde yanacak odun kalmamıştı. Laf sadece sinirimi bozuyordu. "Annemden farkın ne Austin? Söyle bana. Bana gerçekten akıl hocası olabilen adamla saray kapısından yürüdüm. Ve o sen değilsin." 

Öne eğildim: "Eğer sen olsaydın bu haldeyken bu konuşmanın bana fayda sağlamayacağını bilirdin."

Konuşma tabana çarpan ayak sesleriyle bölündü. Hızla ayağa kalktım. Kılıcı çekmeye hazırdım, sese döndüm. Koşan figür şamdanın altına geldiğinde kim olduğunu seçtim. Ignicia'ydı.


 Bacaklarım güçsüzleşti, elimi kılıcımdan çektim. Ne hissettiğimi veya düşündüğümü seçemiyordum, sadece Ignicia görmeyi beklediğim kişi değildi.  

Kulaklarım uğulduyordu, nabzım daha hızlı atmaya başlamıştı. Koşan kızın arkasında kıvırcık kızıl saçları dalgalanıyordu. Yüzüme bakıyordu. Bana koşuyordu. 

Gerçek gibi gelmedi.

"SERENES!"

Peşinden onu tutmak için koşan muhafızları sonradan fark etmiştim. Sadece izledim. Kızın bana koşmasını gözlerine bakarak izledim.

 Üç metre kalmışken bir muhafız sonunda kıza yetişti, kolundan kavradı. Ignicia koşmak için çaba sarf etmeye devam etti. Ne yapacağını bilemeyen adam diz kapağına attığı tekme ile kızı devirdi. 

Ignicia benden gözlerini ayırmıyordu. "Ne kadar beni görmezden gelsen de, bana kızgın olsan da bana inanmak zorundasın. Yanında olmama izin ver, Ser."

 Ne yapacağımı bilemeden yarı ayık dikiliyordum. İhanetini unutup kızı öpmek istedim, koşmak ve sadece ona sarılmak. Tek tesellim, geçmişten bana kalan yegane şey oydu.

Bunun yerine sadece bakmaya devam ettim. Muhafızlar kızı sürüklerken Ignicia'ya bakmaya devam ettim. Sinirle bağırdı: "Bana inanmıyorsan en azından siktiğimin tanrıçası Venüs'e sorabilirsin. O ne dedi ise onu yaptım. Ve sadece seninle olmak için yaptım Serenes."

 Kurtulmak isteyerek omuz silkti: "İster öldür, ister işkence et. Ama gerçeği öğreneceksin. Sen inanana kadar devam edeceğim. Bana inan, Ser. En azından bir kere dinle." 




Sesimin titrememesi için dua ederek konuştum: 

"Götürün şunu."

Roma'nın Kanı (GXG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin