23

394 42 5
                                    

ALBA

Austin hayretle bebeğe bakan hizmetli kadınları sustururken bebeği babasının kucağına koydu. Bebek ağladı. Tanrılara yaraşır ses, sarayın boş koridorlarında yankılandı. İmparator uyanmıştı.

  Kadının hediyesi Vitali'nin aralık gözlerinden akan yaşlarla karşılandı. Adam, bebeği bağrına bastı. 

Ben tüm bu olanları izlerken ne hissettiğimi çözemedim. Bebek bana sadece kadını hatırlatıyordu. Ne kadar acı çektiğimi. Vitali zamanla toparlandı. Ama artık farklıydı. Dengesiz ruh hali herkesi şaşırtmıştı.

 Ani öfke nöbetleri geçiriyor, ardından günlerce yemek yemiyordu. Yanında bebek dışında hiç kimseyi istemeyen Vitali , oğlunu iyice unutmuştu. Kıskançlığa yenilen çocuğu bulduğum gün, imparator yeni yeni bebek olmadan salona kadar gidip gelebiliyordu. Bebeğe bakmak için odaya girdiğimde elinde hançerle bebeğin başında dikilen oğlanı gördüm. Koştum, çocuk hançeri arkasına sakladı. Bebeği telaşla kucağıma alıp çocuğu azarladım. Çocuk yere yıkıldı; suçluluktan değil, anlaşılmamaktan ağlıyordu. O anda çocuğun benimle kader arkadaşı olduğunu düşündüm, ikimiz de paçavra gibi kenara atılmıştık. Yumuşadım. Çocukla konuşmaya çalıştığımda doğruldu, koşarak odadan çıktı. Umutsuzca kucağımdaki bebeğe baktım.  sarı saçları kafasını kaplamıştı. Rengi belirsiz gri ,büyük gözlerle bana bakıyordu. Bebek, gördüğüm en güzel bebekti. Gülümsedi. O anda ağlamaya başladım. Bebeğin kadının hediyesi olması büyük şanssızlıktı. 

Bu olayı kimseye anlatmadım. Çocuk bebeğe bir daha yaklaşmasın diye odaya muhafız diktiğimde insanların sorularını savuşturmakla yetindim. Vitali kadının yokluğuna alışıyordu ama dengesiz halleri bir türlü düzelmiyordu. 

Vitali kaybettiği toprakları almayı kafaya koymuştu. Austin karşı çıksa da Vitali dinlemedi. Roma'nın kuzey sınırını genişletmek için sefer düzenledi. Bebeği alamadan sefere gitti, sırf bu sebeple bir sene içinde geri döndü. Döndüğünde aklı eskisinden de bulanıktı, eskisi gibi uzun cümleler kuramaz olmuştu. Ve en acısı, artık eski kralı kimse hatırlamıyordu. Şanlı, büyük günleri de ağızlardan çıkmaz olmuştu, hepsi Vitali'nin yiten aklı ile birlikte eriyip yok olmuştu.

Herkesin aksine ben bir zamanlar sevdiğim adamın anısına saygısızlık etmedim. Artık ölü olan bu büyük imparatoru acısıyla tatlısıyla anılarımda yaşatmaya devam ettim. Ben ölen bu adamın yasını tutarken bebek büyüdü, artık üç yaşındaydı. Austin bebeğe farklı dillerde konuşmamızı tembihlemişti. Bebek, bakıcıları ve öğretmenleri sayesinde üç dil konuşuyordu. 

Bir gün şarap tepsisini aldım, taht odasının yolunu tuttum. Taht odasına girdiğimde Vitali'yi tahta perçinlenmiş halde gördüm. Arkasında omuzlarını tutan kadını seçtiğimde nefesim kesildi. Çok iriydi. Kadının saçları pembe renkti, teni beyaz. Kısmen balık etli vücuduna uzun bir elbise geçirilmişti. Elbise mordu. Mor sadece imparator tarafından giyilebilirdi, eldesi çok zor bir renkti. Bu zengin ve saygısız kadının kim olduğunu görmeliydim. Adımlarımı hızlandırdım. Kadın tahtın arkasına durmuş, Vitali'nin kulağına eğilmiş fısıldıyordu. Şarabı adamın masasına yerleştirecekken kadın doğruldu, dev gibi vücudu ile bana yürümeye başladı. Kollarını açtı, tam konuşacakken Vitali arkadan emir verip sözünü ağzına tıkadı: "Bebeği bana getirin, onu öldüreceğim."

Kan beynime sıçramıştı. Bana tepeden bakan dev kadına bağırdım: "Kimsin sen? Ve nasıl taht odasına girip imparatoru kandırırsın?" Kadının kan kırmızısı dudakları bir gülümsemeyle aralandı. "Umutsuz aşık. Tüm o dualarını duydum şekerim. Ve şimdi sevgilini elinden çalan kadının bebeğini mi koruyorsun?"  İçimde organlarım yer değiştiriyor gibiydi. Dik kalmaya çabalayarak devam ettim: "Kimsin sen?" 

Dev kadın üstüme eğildiğinde iki metreye yakın olduğunu tahmin ediyordum. Leylak rengi gözlerini bana dikti. Şimdi gülmüyordu. Gözlerinin içi mor bir kıvılcımla yanıyordu. Daha dikkatli baktım. Ateşin içinde yanan figürler acıyla kıvranıyordu. O an zihnime tırmanan deliliği hissettim. Kadının  gücü etrafımı sarmıştı.  Tenine değen hava, renkli haleler saçarak cildinin etrafında bükülüyordu. 

Dudağını alayla büktü. "Bana dua ettiğin geceleri hatırlamıyor musun? Sevgilini sana geri vermem için yalvardığın tüm o duaları?" 

Tanrıça Venüs.

Suratındaki aşağılar ifade canımı yakıyordu. Koruyucu olarak sığındığım tanrıça bu muydu? Kadına baktıkça kafamın arkasındaki keskin ağrı şiddetleniyordu. Muazzam yoğunluktaki öfke zihnimi bulandırmıştı.

"Ona ne dedin?" diye tekrarladım.  Bu yaptığım delilikten başka bir şey değildi. 

Kadın yapmacık bir tatlılıkla gülümsedi. Ardından öne bir adım attı, artık dip dibeydik. Gül kokusu burnuma dolduğunda öğürdüm. İnce uzun elini omzuma attı:" Sadece gelecekten haber verdim. Kızı gelip onu öldüreceği için yılanın kafasını küçükken ezmesini söyledim o kadar, tatlım." Kadın elini ağzına götürerek kahkaha attı. "Bir nevi kafasındaki eksik tahtaların yerine yenilerini çaktım ." 
Kadına nefretle baktım. Bundan önce de bir tanrıça görmüştüm, ilah olmasının benim yanımda bir değeri yoktu.  Ondan iğreniyordum.

Hissetmiş olacak ki gülümsemesi aniden yerini ciddi, tehditkar bir surat ifadesine bıraktı. Duygusuzca yüzüme bakıp konuşmaya devam etti: "Öyle mi dersin? Seni burada sadece yüzüne bakarak öldürebilirim. Ne hakla bir ilahla böyle konuşursun, ölümlü? " 

Kadın aklımın içindekileri duyuyordu. Bunu göstermek ister gibi yüzüme bakmaya devam etti. Gözlerindeki alev şimdi daha parlak yanıyordu. Kadın zihnimin, bedenimin içerisindeydi. Midem kontrolsüzce kasılıyordu. Kafa derim karıncalanıyordu. Dayanamadım, yana bükülüp midemdekileri boşalttım. Kustuğum şey kandı.

 Dehşetle kanı fark ettiğimde kadın keyifle tekrar kahkaha attı. Doğruldu, merdivenlerden aşağı yürürken arkasından bakakaldım. Mutlu bir ifadeyle konuşmaya başladı: "Seni öldürmemeye karar verdim. Belki işime yararsın. Ha, bir de dua ederken acınasılığın beni eğlendiriyor." Kadın kahkahasıyla birlikte havaya karışırken odanın içine gül kokulu bir esinti doldu. Koku midemi altüst etti. Tekrar büküldüm, ikinci kez kan kustum.  Zehirlenmiş gibiydim, emekleyerek merdivenleri inmeye başladım. İmparator sadece, hareketsiz beni izliyordu. Üstümde adamın gözleriyle merdivenleri inerken artık eski Vitali olmadığını iyice anlamıştım, içimde buna inanmak istemeyen küçük bir parça artık biliyordu.

Austin'i kızı saraydan çıkarması için uyarmalıydım. Vitali arkamdan seslendi:" Önüme bir şenlik ateşi yakılmasını da söyle . Kanca getirip çocuğu tavana asın. Pembe saçlı kadın çocuğun pişmiş etini yersem Athena geri dönecek dedi. Çabuk ol." Duyduğum şeyle gözlerim fal taşı gibi ayrıldı. Emekleyecek gücüm kalmamıştı, yere yığıldım. Gözlerime perde yürüdüğünü hissettim. Kadın sanki hala odadaydı. Kahkahası zihnimde yankılanırken bilincim kapandı.


Roma'nın Kanı (GXG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin