6-KÜÇÜK BİR CEZA

711 54 5
                                    

NOUVILLEYA

   Benimle aynı sırada 13 kişi saydım. Hep birlikte labirent gibi koridorlardan geçtik. En sonunda buharlı bir odaya varmıştık. 

Kadından uzak olmak beni rahatlatmıştı. 

Herkes içeri giriyordu. Tam ben de girecekken muhafız omzumdan tutup beni sıradan ayırdı. Şaşırmıştım.

  Adam kemerinden deri bir kırbaç çıkardı ve yeri işaret etti. Şaşkınlıkla kalakaldım. Kalbim yine delice çarpıyordu. ,

Adam ısrarla işaret parmağını salladı. Donakaldım, hareket edemedim. En sonunda adamın sabrı tükendi, diz kapağımın arkasına sert bir tekme attığında yere düştüm. 

   Kırbacı sırtıma sertçe vurmaya başladı. Sert, kaynatılmış deri tenimde şaklıyordu. Kırbacın değdiği her nokta yanıyordu, acıyla yerde kıvranıyordum. Bitmesini bekleyerek başımı ellerimin arasına alıp iki büklüm oldum.

 Sürenin, vuruşların sonu yoktu. Nihayetinde adam kırbacı alıp tekrar kemere sıkıştırdı ve kalkmama yardım etti. 

   Odadan içeri girdim. Görevli kadınlar gruptaşlarımı yıkıyordu. İçlerinden biri fırlarcasına yanıma geldi. Kadın üstümdekini çıkartırken itiraz edemedim. Acı ile sersemlemiştim.

 Elimden tutup sıcak mermere oturttu. Sırtımdan sıcak akan kanı hissediyordum. Elimle hafifçe uzanıp yaralı sırtıma dokunduğumda acıdan gözümün önü karardı. Kadın sırtıma bakıp şaşkın bir ses çıkardı. Bana acıyor gibiydi. Öteki kadınlara işaret etti. Kadınlar üzüntüyle yüzüme baktılar. 

    Sırtıma dokunmadan beni temizledi. Su ve sabun sırtıma değdikçe acıyla dişlerimi sıkıyordum. Sıcak suyu sırtımdan aşağı döktüğünde dudaklarımdan bir feryat koptu.

 Kadın ötekilerin yanına gitti, bir şeyler söyledi. Hepimize kurulanmak için bez parçaları verildi, dışarı çıkartıldık. Sırtımdan dolayı bezi etrafıma sarmak bir yana, sırtıma hafifçe bile dokunamıyordum. Sızıyla bezi önümde tutarak arkam çıplak dışarı çıktım.

   Başımızdaki muhafızdan nefret ediyordum. Görevini yerine getiren bir adamdan fazlası değildi ama bu ondan nefret etmeme engel olmuyordu. Adamı günah keçisi ilan ettiğim için kendime kızarak peşlerinden gittim.

   Sonunda koridorlar bizi geniş, balkonlu bir odaya çıkardı. Terasın önündeki yere serilmiş şilteleriyle ve kenarlardaki dolaplarıyla burası toplu bir yatak odası olmalıydı. Odanın içinde herkes telaşlarla etrafta koşuşturuyordu. Aceleci kalabalık aralarından yükselen bir el çırpma sesi ile duruverdi.

 Ardından yanlara dağılıp el çırpan kişiye yol verdiler. Bu orta yaşlı bir kadındı, koyu bir teni ve uzun, siyah saçları vardı. Hafif balık etli ve kısmen kısaydı. Aldığı yaşa rağmen hala güzeldi, anaç bir ifadeyle bizleri inceliyordu. Çevik adımlarla dolaplardan birine yürüdü, dolabı açıp içinden boncuklu boyunluklar çıkardı. Sırayla kolyeleri dağıttı. 

Kolyeyi inceledim. Ahşap bir kolye ucu vardı, üstüne yazılar kazınmıştı. İpine süssüz ahşap boncuklar dizilmişti. Hafif kolyeyi boynuma taktım. 

   Kadın siyah büyük gözlerini üstüme dikerek konuştu: "Kıpti konuşanlar el kaldırsın göreyim." Grupta bir kişi hariç herkes el kaldırdı.

 El kaldırmayan çocuk şaşkın şaşkın bize bakıp anlamaya çalışıyordu. Oğlana dönüp anlamadığımız dilde konuştu. Çocuk başını salladı, kenara çekilip beklemeye başladı. 

Kadın tekrar bize döndü. "Hoş geldiniz yoldaşlarım diyerek başlamak istiyorum. Ben sizden sorumlu olan Alba. Ben yukarı Mısır'dan 11 yaşında köle alındım, o zamandan beri bir sürü efendiye hizmet ettim. Şu anda Roma İmparatorluk sınırları içerisindeki Palantinos Sarayı'ndasınız. Yatak kölesi olmak için seçildiniz fakat tek göreviniz yatak köleliği olmayacak. Yeteneklerinize göre farklı görevler de alacaksınız, günlük işlere yardım edeceksiniz. Köle olmak sizi umutsuzluğa düşürmesin, niteliklerinizle yükselebilir, hatta özgürlüğünüzü dahi satın alabilirsiniz. Roma tarihi, köle olarak yükselmiş bir sürü isimle doludur. Korkuya kapılmış olabilirsiniz, buraya gelen herkes sizinle aynı hisleri paylaştı. Yalnız değilsiniz." 

  Kadın isimleri öğrenerek konuşmaya devam etti. Sonrasında tüm bu isimleri unutmamız gerektiğini, bize yeni Romalı isimler verileceğini söyledi.

 Kölenin görevlerinden bahsetti; büyükbaş hayvanlarla aynı görüldüğümüzü, onlar gibi satılıp alınabildiğimizi dehşetle dinledim. Yeni gelen kölenin yüzüne bu gerçekleri çarpmak ne kadar doğruydu? 

Ağzından kaçırmış olmalıydı. 

 Çaresiz ve kapana kısılmış hissediyordum. Göğsümde garip bir ağırlık vardı. Nefes alamıyordum. Gruptakilere baktım. Bir kısmının çeneleri titriyor, gözleri doluyordu. Alba umutla konuşmaya devam etti, kölelikten ne kadar korkutucu biçimde bahsetmese, iyi yanlarına değinse de değerimizi sezinliyorduk. 

İlk söyledikleri bir yana, içimde Alba'nın en kötü kısımlara değinmediğine dair bir his vardı. Konuşma bitene kadar kısmen kurumuştuk. Alba dolaptan keten tunikler çıkartıp teker teker dağıttı. Her sorunda kendisine gelebileceğimizi tembihledi. 

    Alba güvende hissettirse de bu yerde kalmak istemiyordum.

 Köle olmak istemiyordum.

 Sinirli bir efendinin elinde hayvan gibi öldürülüp kenara atılmak istemiyordum. 

Büyükbaş gibi alınıp satılmak, yaşlanana kadar birilerinin buyruğunda bilinçsiz yaşamak istemiyordum.

 Kölelik düşüncesi beni iğrendiriyordu, Mısır'da da kölelik olmasına karşın köle olmadığım için o insanları görmediğimi dehşetle fark ettim. Bu kölelik safsatasının ucu bana değdiğinde aslında ne kadar can yakıcıydı.

 Körlüğüme sinirlendim. Belki de tanrılar bu denli anlayışsız olduğum için beni cezalandırmıştı.

Roma'nın Kanı (GXG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin