7-GÖREVLENDİRME VE YENİ HAYAT

591 50 8
                                    

  NOUVILLEYA


  Söylenenleri, yaşananları düşünüyordum. 

Gerçekten tanrılar beni cezalandırmış mıydı? Bu şekilde miydi? 

Haksızlıktı. Sinirden ağlamaya başladım. Alba elini omzuma koydu, sırtımı sıvazlamak için yaklaştığında şaşırmış gibi yüzüme baktı. "Ceza mı aldın kızım?"

Başımla onayladım. Yaramla birazdan ilgileneceğinin güvencesini verip gruba döndü. Herkes kıyafetleri üstlerine geçirmişti. Alba'nın isteğiyle yerdeki kilimin üstüne daire şeklinde dizildik. Alba Mısırca konuşamayan çocuğa bir şeyler anlattıktan sonra aramıza oturdu. 

Kurallardan, sarayda gitmemize izin verilen bölgelerden, insanlarla iletişimde dikkat etmemiz gereken görgü kurallarından, bundan sonraki programdan ve daha fazlasından bahsetti.

    Üstüne atlamaya çalıştığım kadının imparatoriçe olduğunu öğrendiğimde hayrete düştüm. Alba'ya olayı anlatma konusunda kararsızdım. Devamlı aklıma gelen, sinir bozucu kibirli kadın imparatoriçeydi.

 Beni kırbaçlattığından beri kadından iyiden iyiye nefret eder olmuştum. Garip renkli gözlerinin ortasına yumruk atmak için her şeyimi verirdim. Her şeyiyle, her şeyiyle içimde öfke uyandırıyordu. 

Hayatımı altüst etmişti, beni ait olduğum her şeyden kopartıp esir etmişti, kardeşimi ve hepsinin sonunda Abrar'ı bile elimden almıştı. Bunların hiçbirini kişisel algılamaya hakkım yoktu, biliyordum ama kendime engel olmak olanaksızdı. Sert sesinden, gerginlikle hafifçe yukarı kıvrılmış dudaklarından, aşağılayıcı ve kısık bakan gözlerinden, her zerresinden nefret ediyordum. 

    Öte yandan ülkenin bir kadın tarafından yönetilmesi ilginç gelmişti. Çocukken abimle oynadığım oyunları aklıma getiriyordu. Tüm çocukları etrafıma toplar, onların kraliçeleri olduğumu zorla dayatır ve abimi şahsi muhafızım ilan ederdim.

 Küçük tabureme otlardan yapılmış tacımın içinde çıktığımda, çocukların gözleri üstümdeyken içim garip bir coşkuyla dolardı. Herkesin dikkati üstümde kalsın diye istedikleri en şanlı meslekleri yapmalarına izin verirdim. Her seferinde Khnum'un babası gibi çoban olmak istemesini garipser, yine de onu ülkemin en büyük çobanı ilan etmekten geri durmazdım. 

Artık hepsi geride kalmıştı, hasır çatısı yanan evimle birlikte eve dair tüm anılar da kül olmuştu.



Boğazım düğümlendi.

 Kendimi Alba'ya soru sormaya zorladım. Alba'ya kadınların sık sık hükümdar olup olmadığını sorduğumda ülkenin genelde erkekler tarafından yönetildiğini ve bu kadının bir istisna olduğunu söyledi. Çok ciddi bir ifadeyle etrafta bunları sormamam gerektiğini üstüne bastıra bastıra tembihledi. Sorduğum soruda bir hata görmesem de başımla onayladım.

    Alba her şeyi yabancı çocuğa da açıkladıktan sonra hazırdık. Yarın Latince derslerine başlayıp günün 8 saatini bu derslere harcayacaktım. 4 saat ise yatak köleliği eğitimi alacaktım... Yatak köleliğine dair her şey beni iğrendiriyordu, Mısırlı tanrılarımın cinselliği bu kadar kınamama sinirlendiğini hissediyordum ama bunu bir köle olarak zorla yaşamak gerçekten iğrençti.   

    Mutfakta yardım etmek için mutfağa yollandık. Gruplara ayrılmıştık. Ben üç kişi ile birlikte yemiş kırma görevini aldım.  Bir köşede kollarımız pert olana kadar ceviz kırıyorduk.

 Görev arkadaşlarım sıkıntıdan sohbet etmeye başlamıştı. Marwa adındaki "Hükümdar kadınsa ne demeye kadın seks kölesi alıyor ki?" diye ortaya bir soru attı. Önümdeki kabukları çuvala doldururken, "Satmak içindir belki." dedim. Yanımda oturan Shani muzipçe güldü. "Belki de Tanrıça Nepthys gibi kızları kendine saklıyordur." dedi. 

 Bu ihtimal hiç aklıma gelmemişti...

 Zuberi bademi öldürmek ister gibi hışımla ezerken atıldı: "Saçmalamayın. Dayımın karısı kadınlarla birlikte olurdu. Tanrılar onu öyle bir lanetledi ki. En sonunda dayım kadını bir atla çiftleşirken bulmuş." 

Marwa bir kahkaha koyuverdi. "Dayının karısı kaçıkmış. Tanrılar böyle bir şey için kimseyi lanetlemez." Shani başıyla onayladı. "Yanlış bulsalardı en başında kendileri yapmazdı. Örneğin Tanrıça Nepthys." Shani tanrıçadan her bahsettiğinde coşkuyla suratımıza bakıyordu. Gülümsedim.

   Sonunda işleri bitirmiştik. Sıra akşam yemeğini masalara taşımaktaydı. Uzun yemek salonunun masalarına tepsileri taşırken yorgunluktan yere serilecektim. En uzak köşedeki ötekilere nazaran daha kısa olan masa kraliyet masasıydı. 

Oraya taşıdığım yemeğe tükürmek istiyordum, bir umut kraliçe o tepsiden yerdi. Böyle çocukça bir şey düşündüğüm için kendime kızıp tepsiyi masaya bıraktım. Salondan çıkıp acemi kölelerin toplu yemek yediği salona geçtim. 

   Yemekte badem ve fındıkla doldurulmuş piliç, peynirli salata ve narlı bir tatlı vardı. Yediğim en lezzetli yemekti.

 Uzun açlıktan sonra pilicin tadının dilimin üstünde dağılmasını asla unutmayacağım. Taze mayalı ekmeğin çıtırtısını, domatesin tazeliğini ve şarabın iç yakıcı baharatını... 

Yemek her şeyiyle enfesti. Yemeğe gömülürken bir süreliğine yeni hayatıma isyanım durmuştu.

  Yemek bitimi hizmetli salonunu topladık. İçimde kraliçeye bakmaya dair ölümcül bir istek vardı. En sonunda dayanamayıp etrafı kolaçan ettim, mutfağın büyük salon kapısını kimse görmeden araladım. 

Gözüm kadını arıyordu.

En sonunda onu gördüm. Üstünde beyaz renk, kenarları altın işlemeli bir tunik ile oturuyordu. Saçları arkadan altın bir toka ile tutturulmuştu, saç lüleleri şakağından dökülüyordu. Kadın bir eliyle alnını avuçlamış, diğer eliyle önündeki şarap kadehinin ağzında parmağını gezdirerek yanında oturan yaşlı adamı dinliyordu. Yorgun ve düşünceliydi. 

Kadını seyrediyordum, garip bir şekilde izledikçe izleyesim geliyordu. İçimde nefret ve haset uyandırıyordu, izledim ve izledim. Her hareketini aklıma kazıdım. Arkaya yaslanıp ellerini başının arkasına koymasını, çenesinde gezen yüzüklü elini, adamı dinlerken takındığı dikkatli tavrı...

Bir an benden tarafa döner gibi oldu. Beni görmesi korkusu ile kapının arkasına dayandım. Korkudan hızlı hızlı nefes alıp veriyordum. En sonunda mutfaktan koşar adımlarla çıktım. Beni görmüş müydü? 

Görmemesi için dualar ederek yatak odamın yerini aradım.

Roma'nın Kanı (GXG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin