25

326 39 4
                                    

SERENES

Octavian omzumu sararken konuştu:" Yaran iyileşiyor gibime geldi. Sadece bir süre daha talimleri kenara bırak." Açılan kas liflerim dikilirkenki acı üstüme oturmuştu. Çenemi sıkmaktan dişlerim sızlıyordu, omzum ise şimdi eskisinden de beter yanıyordu. Yorgun, telef bir halde onayladım. Octavian suratıma uzunca baktı, iç çekerek devam etti:" Ah, Serenes. Seni bu halde görmekten korkuyordum işte. Kesik çok derin, tekrar kasların yırtılırsa bu sefer dikemem. Kötürüm kalmak istemiyorsan bırak insanlar omzundaki yarayı bilsin." Yalvaran gözlerle bana bakan Octavian'a sevgi duyuyordum. Gözlerinin etrafındaki kırışıklıklar şefkatli bir gülümseme ile derinleşti. Zorla uzanıp elini tuttum.

 İstemesem de Octavian'ın dileğine razı geldim. "Tamam, bir süreliğine sadece dinleneceğim. İnsanların bilmesine gerek kalmaz." Başıyla onayladı. Kanlı bezlerle dolu tepsiyi çırağın elinden aldı, eşyaları tepsiye dizdi. İçimdeki huzursuzluk büyüyordu. Octavian kapıdan çıkarken daha çok içimde tutamadım. "Ama bil ki zihnim her zamankinden daha çok yoruluyor olacak Sevgili Octavian."  Octavian tereddüt eder gibi olduğu yerde kalakaldı. Ardından tepsiyi çırağının eline verip bana döndü. 

Çırak odadan çıktı. Meşe kapı arkasından sertçe kapanırken ayakta dikilen Octavian'la bakıştık. Kapı kapandığında resmiyeti bıraktı, endişeyle gelip yatakta yanıma oturdu. Şimdi konuşmam için bekliyordu. Derin bir nefes alıp yastıkta daha yukarı yerleştim. Omzuma derin bir sancı saplandı. Gözlerim karardı, acıyla suratımı buruşturdum. Octavian teminat veren babaç bir tavırla elini elimin üstüne koyup elimi sıktı. 

"Persler ensemde Octavian. Peşimde sevgilisi için bana kinlenmiş tanrı var. Öteki tanrılar, insan-tanrı sınırının ihlaline karşı çıkmadan Apollo'nun üzerime kehanet salmasını izliyor. Belki annem bile. Tüm gözler üstümde. Uyurken, uyanırken, her zaman beni izleyen tanrıların gözlerini tepemde hissediyorum." Hiç bu kadar güçsüz hissetmemiştim. Kendimi sıkmayı bıraktım, gözyaşlarının yanaklarımdan akıp gitmesine göz yumdum. "Rüyalarımda görüyorum. Persler Roma'ya giriyor. Vahşice kadınlarıma tecavüz ediyorlar. Çocuklarımı ve adamlarımı doğrayıp sokakları kanla boyuyorlar. Benim Romam, Octavian." Derince havayı içime çektim. "Benim insanlarım." Octavian'ın gözleri dolmuştu, adamı yardım edemediği için suçlu hissettirmekten başka bir boka yaramıyordum. Kendime öfkelendim, çenem kasıldı. Zorla sözüme devam ettim. "Beni uykuda gelip buluyorlar, zehir kanımı karartırken kimse sesimi duymuyor. Apollo'nun laneti uyanıkken dahi zihnimde dönüp duruyor. Nefesler tutulu, düşeceğim anı bekliyorlar. Herkes. Tanrılar. İnsanlar. Kendi sarayımın içindekiler bile. Duvarların kulaklarından yoruldum, kimseye güvenememekten yoruldum." Fısıldayarak devam ettim: "23 senedir alışamadım buna Octavian."  

Octavian'ın nazik eli saçlarımı okşarken bilinmezliğe kendimi teslim ettim. Acı umrumda değildi, zorla kalkıp yüzümü Octavian'ın dizine gömdüm. Octavian'a sahip olmak en büyük şanslarımdan biriydi, bu yaşlı adama minnettardım. 

Sesi şefkatle yumuşamıştı, saçlarımı okşarken konuştu: "Ser, daha çok gençsin. Hala öğreniyorsun. Güven duymak istemen o kadar insanca ki güzel çocuğum." Yıpranmış halimle Octavian'ı da yoruyordum ama elimde değildi. Her yerde sert durmak, zamanla insanı içten kırıyordu. Octavian, Austin ve Alba; bu insanlar benim kırılmama müsaade olan tek noktaydı. Kimsenin güçsüzlüğümü görüp bundan faydalanamayacağı tek nokta. 

Kucağında kafamla, Octavian'ın belki de bana şu anda bile ihanet edebiliyor olduğunu düşünmek zorunda olmaktan çok yorulmuştum. Zayıf anımda bile zayıf olamamaktan, devamlı yıkıp baştan yapmaktan ve hepsinin sonunda elimde kırık umutlarla, sokaklarımda bile takdir görmeyen yalnız kadın olmaktan. "Bazenleri savaş meydanında, sadece ortada dikilmek istiyorum. Gelip geçen askerlerin kılıçlarını bedenime savurmalarını izlemeyi. Veya birisiyle çarpıştığım anlarda, bilerek beni kılıçlarına geçirmelerine izin vermeyi çok düşünüyorum biliyor musun? Sadece ,bazen, bırakmak istiyorum." Zorlanarak hırıltılı bir nefes aldım.

 "Sadece bırakmak." 

Vücudumu serbest bıraktım, kafamın tüm ağırlığının Octavian'ın dizine binmesine izin verdim. Sonsuza dek bu anda, bu odada, Octavian'ın yanında serili kalmak istiyordum. Octavian bana ihanet ederse bunu kaldıramazdım. Bu düşünce canımı yakarken sadece durdum.

Uzunca bir süre böylece kaldık. Octavian saçlarımı okşarken ihtiyacım olan tek şeyin biraz zaman olduğunu düşünerek kucağında yatmaya devam ettim. Korku ve huzursuzluk, birkaç saniyeliğine yerini huzura bıraktı. Ciğerlerimdeki tüm havayı yavaşça, sıcak bir nefesle dışarı saldım. 

Gözyaşlarım kucağında yattığım Octavian'ın eteklerini ıslatmıştı. En sonunda sessizliği bozdu:

"Öyleyse bırak." 

Merakla Octavian'ın kucağından başımı kaldırdım. Yüzüne bakarken dizlerini altında toplayıp yatağa düzgünce yerleşip oturdu. "Yaraların iyileşmesi zaman alır." Burada Ignicia ile aramda olup bitenlere gönderme sezmiştim. Devam etti. "Zaman, bazenleri insanlara üstün olduğunu hatırlatmak ister. Her şeyi elinde tutan tatlı hükümdar, her şeyin elinde olduğu düşüncesine kapıldığı ve sorumluluklarının altında ezildiği anda; zaman bunu kişisel algılar. Hükümdarı öyle zor bir duruma sokar ki hükümdar, elinde tuttuğu bütün bu şeyleri zamanın ellerine teslim etmekten başka seçeneği olmadığını görmek zorundadır. Hükümdarın tüm yetkileri ve gücü, aslında zamanın yalayıp yutacağı küçük lokmalardan ibarettir. Güzel ve kötü şeyler, insanlar ve tanrılar; her şey zamanla erir, silikleşir." Önüne eğilip eteklerini düzeltti. "Zamanın eline bıraktığında bazı yaraların da silikleştiğini görürsün. Zaman, her zaman en iyi merhemdir."  

"Bırak." 

"Zamana karşı durduğun sürece sana elindekilerin aslında sana ait olmadığını hatırlatmaktan başka bir şey yapmayacak. Zamanla birlikte ak, Ser." Elini kucağıma koydu. "Etrafında taşkınca akan suyun serinliğini hisset, kendini suya bırak. Kim bilir, belki de varmak istediğin yer ırmağın sonunda yatıyordur." Yüzüme baktı. Elini yanağıma yerleştirip akan gözyaşını sildi. "Seni anlıyorum ama bir süre dinlenmezse bir daha asla hareket edemezsin. Bırakmayı öğrenmen gerekiyor kızım, bu seferki dersin bu olduğu kanaatindeyim." "Zamanın yarayı sarmasına izin ver." İkna olmuştum. "Peki ya Ignicia? Ne yapmam gerekiyor?" Bunu sormamı beklediğini belli eder şekilde gülümsüyordu. Utanıp başımı çevirdim. "Yapmak istediğini." Yataktan kalktı. "Bu konuda da duyguların mantığının önüne geçerken bırakman gerekiyor, majesteleri. Mantıklı olan duygularını dinlemek." Arkamdaki yastığı düzeltti. Üstüme eğilip fısıldadı: "Ne zaman ihtiyacın olursa yanındayım, sen benim kızımsın. Seni ben büyüttüm." Doğruldu. Kapıdan çıkarken yeniden baş şifacı olmuştu. "Omzunuza dikkat edin, hareket etmeyin efendim. Yarın tekrar kontrol edeceğim." Son kez döndü: "Ha bir de, sakın yüzmeyi aklınızdan geçirmeyin." Tehditkar bir biçimde son kez bana baktı, kapı arkasından kapanırken gülümsedim. Düşüncelerle tekrar, baş başaydım. 

Bir süre sonra kapı tıklatıldı. Düşüncelerden sıyrılıp yatakta dikleştim. "Gelebilirsiniz."

İki hizmetli kadın içeri girdi. Birinin elindeki metal, mengeneli alet dikkatimi çekmişti. "Bu nedir?"

"Çok hareketli uyuduğunuz için omzunuzu sabitlemek için baş şifacı mühendislere tasarlattı, efendim. Bundan sonra bir süre her gece kullanmanızı tavsiye etti."

Şaka yapıyor olmalıydı.

Roma'nın Kanı (GXG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin