Selamlar dostlarım. Bu bölüm bol kaoslu ve diğerlerinden çok çok daha uzun. O yüzden oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Ayrıca bölümlerin uzun gelmesini istiyorsanız bol bol yorum yapmanız yeterli. Çünkü o şekilde motive olup bol bol yazasım geliyorr 💖
İdil Öztürk ...
Takvimler 18 Aralık'ı gösterdiğinde kar fırtınası son sürat devam ediyordu, birbirimizle kavgaya tutuşmasak da evde soğuk rüzgarlar esiyordu ve Elisa'dan hâlâ bir iz yoktu.
Hiçbir şey söylemeden kayboluşunun üstünden günler geçmişti ve bu konu üstünde konuşmasak da artık geri döneceğine dair umutlarımız tükenmişti. Onu unutmamıştık, hepimizin düşüncelerine sızıveriyordu. Bunu Serkan'ın gözlerinde bile görebiliyordum ancak adı artık sohbetlerimizde konu olmuyordu.
Bunun ne demek olduğunu hepimiz biliyorduk, öldüğünü kabullenmiştik.
İşin en kötüsü yas tutmaya bile vaktimizin olmamasıydı. Bazen kuytu köşelere gizlenip birkaç dakika ağlıyordum ama hepsi bu kadardı. Gözyaşlarımı silip tüfeğimi kapıyor ve nöbetime dönüyordum. Dostlarımın yanına gittiğimde acımla ilgili hiçbir şey anlatmasam da onlar kızarmış gözlerimden ve akan burnumdan yüreğimdeki sızıyı görebiliyorlardı.
Öte yandan günlerce salonda uyuduktan sonra dün gece itibarıyla odalarımıza çekilmiştik. Sadece arada dönüşümlü olarak nöbet tutma kararı almıştık. Kişisel nefretimizi bir kenara bırakıp yaptığımız toplantılarda Serkan rüya görüp görmeme ihtimalim üzerinde durmuştu. Ona her baktığımda midem hissettiğim iğrenme yüzünden burkulsa da haklı olmasını delicesine arzuluyordum. Fakat bu ihtimal masaya yatırıldığında arabamıza ne olmuş olabileceği konusu kocaman bir soru işaretine dönüşüyordu. Hele ki ertesi sabah arabayı incelediğimizde kapıların üzerinde kendini son derece belli eden pençe izleri işleri içinden çıkılmaz bir hâle sokmuştu.
Bu yüzden akıl sağlığımızı korumak adına bu konunun üzerinde çok düşünmeme, yalnızca tedbirli olma kararı aldık. Herkesin odalarında uyuması fikriyse Beren'den gelmişti. Ona göre bir hayvan üst kata çıkmakta zorlanırdı ama salona kolayca sıvışıp hepimizi parçalara ayırabilirdi.
Ne düşüneceğimi şaşırdığım için ekibin aldığı kararlara uymak dışında bir şey yapmamıştım.
Saat öğleden sonra ikiye geldiğinde salona indim. Uyanalı sadece yirmi dakika oluyordu. Hızlı bir duş almış, saçlarımı kurutup nemlendiricilerimi sürdükten sonra mor, oldukça bol gelen bir sweatshirt ve siyah bir eşofman giyip aşağı inmiştim. Gözlerim uykusuzluktan sızlıyordu. Uyku düzenim kelimenin tam anlamıyla berbat bir hal almıştı. Hem Elisa'nın yokluğu hem dışarıda bizim için bir şeyin beklediğinin malum oluşu geceleri uykumu baltalıyordu ve kendimi bir anda nöbet tutarken buluyordum.
Aşağı inip mutfağa ilerlediğimde Yekta'yı kendine kahvaltılık bir şeyler hazırlarken buldum. Sarı saçları dağınık olmasına rağmen her zamanki gibi görkemliydi. Yeşil gözleri benim gibi uykusuz olduğunu fısıldayan yorgun parıltılar barındırıyordu. Koyu yeşil bir sweatshirt ve bej rengi, bol bir eşofman giymişti. Beni görünce gülümsemesi dudaklarında yayıldı. "Günaydın, sabah güvercini. Her zamanki gibi yaşam enerjisi saçıyorsun."
Tezgâhın önündeki yüksek sandalyelerden birine zıplayıp kapanmak için yanıp tutuşan gözlerimin ardından arkadaşıma baktım. Aldığım duşa rağmen hâlâ tam olarak kendime gelememiştim.
"Sabaha kadar uyumadım neredeyse," dedim. "Aklım allak bullaktı."
Bana kaçamak bir bakış atıp buzdolabından çıkardığı peynirle zeytini önüme koyduktan sonra, "Sanırım kafanı neyin doldurduğunu sormama gerek yok," diye bir tahminde bulundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PANDORA'NIN KALBİ
Teen FictionElisa Yıldırım, erkek arkadaşı ve dostlarıyla çıkacağı tatilin heyecanı içindedir. Birkaç gün teknolojiden uzaklaşmanın, telefonun çekmediği ve internetin olmadığı bir dağ evinde sevdikleriyle vakit geçirmenin ona iyi geleceğini düşünmektedir. Anca...