24. Bölüm: "HESAPLAŞMA"

13.3K 1.4K 934
                                    

Selamlarr! 24. Bölümle sizlerleyim. Umarım çok severek okuduğunuz bir bölüm olur.

Oy vermeyi ve yorum yaplayı lütfen unutmayın. Sizlerin yorumlarını okumak hızlı yazmama çok yardımcı oluyor. Hepinizi kocaman öpüyorum!

BÖLÜM 24: "HESAPLAŞMA"

İdil, Serkan'ın evini Duru'ya olabilecek en açık şekilde tarif ettikten sonra eve döndük. Fırtına artık yavaşlamış, bir süre önce ormanı ele geçiren sis dağılmış, karlar erimeye yüz tutmuştu ama bu eve dönüşümüzü kolaylaştırmadı. Aksine, tahminimizden de fazla yol kat ettiğimiz için geri döndüğümüzde bacaklarımızdaki tüm güç çekilmiş gibi hissediyorduk. Nefes nefese ve kan ter içindeydik.

Serkan'ın evini gördüğümde bir an için duraksadım. Karlar tarafından örtülmüş bu yapıya birkaç gün önce güle oynaya girmiştik. Oysa şimdi sağ kalacağımız bile şüpheliydi.

İdil önden yürüyüp kapıyı çaldığında ve kapı Atalay tarafından açıldığında mutluluk ve rahatlama yüzünden bayılacağımı sandım zira Serkan'ın her şey ortaya çıkacak korkusuyla Atalay'a saldırması ihtimali zihnimden bir türlü çıkmamıştı. Eğer öyle bir şey olsaydı Atalay'a gerçekleri itiraf etmediğim için kendimi asla affetmezdim.

İdil içeri geçerken meraklı gözlerle bizi izleyen Atalay'a, "Yardım çağırdık," dedi. Bir yandan da montunu ve atkısını çıkarıyordu. "Kadın kısa bir süre sonra burada olacağını söyledi."

İstemeye istemeye içeri girdim, Serkan ve Beren'in bulunduğu salona yönelip kendimi tekli koltuğa bıraktım. İkisiyle aynı ortamda olmak beni rahatsız ediyor, midemi bulandırıyordu ama bende yarattıkları etkiyi görmelerini istemiyordum. Karşılarında her şeye rağmen karşılarında dimdik duran bir Elisa görmeleri tek arzumdu.

Bu Elisa'yı tanımıyorlardı ve emindim ki, tanıdıklarında ondan nefret edeceklerdi.

Üstümdeki fazlalık kıyafetlerden kurtulduğumda ortama rahatsız edici bir sessizlik çöktü. Hiçbir şey söylemiyor, arada bir Serkan ve Beren'e zehirli bakışlar göndermek dışında hareket etmiyordum. Onlara her baktığımda onları bana ürkerek bakarken yakalıyor, gözlerini kaçırmalarını izliyordum. Ağzımı açmamdan deli gibi korkuyorlardı. Öyle ki, Beren'in titreyen ellerini bacaklarının arasına sıkıştırıp gizlemeye çalışışını göz ucuyla fark etmiştim.

İşin enteresan kısmı, bunun hoşuma gidip gitmediğinden emin değildim. Biraz utanmalarını isterdim, mahcubiyet duymalarını ve onurumu incittiklerini düşünüp pişman olmalarını. Yalnızca kendini umursayan iki insana geçmişte böylesine değer vermiş olma düşüncesi gururumu zedeliyordu.

Boğazımın Sahra Çölü kadar kurumuş olduğunu hissedince acıyan kemiklerime rağmen ayaklandım ve mutfağa gidip kendime bir bardak su doldurdum. Suyumu sakince yudumlarken mutfağın kapısından adım sesleri işittim. Neden, bilmiyorum ama orada Atalay ya da İdil olmadığından emindim.

"Seninle konuşabilir miyiz?"

Beren'in sesini duyduğumda öfkeyle dudaklarımı kemirdim ama ona bakmadım. "Hâlâ bana hitap etmeye yüzün var yani."

"Bak, ne desen hakkın var ama lütfen öncelikle üst kata çıkalım, tamam mı?"

Daha fazla dayanamayıp arkamı döndüm, dudağımın bir kenarı alaycı bir gülümsemeyle hafifçe yukarı kıvrıldı. Oysa Beren'in kahverengi gözleri son derece gergindi.

Ona bağırmak, orada pataklamak istedim ama söyleyeceklerini, daha ne kadar yüzsüzleşebileceğini merak etmeden edemedim. Başımı hafifçe salladım ve Beren önden giderken onu üst kata, İdil'in odasına kadar takip ettim.

PANDORA'NIN KALBİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin