78: Takvimler Tersten Açılırsa

972 97 15
                                    


Merhaba. Bu bir flashback bölümüdür. Geçmişe yöneliktir. Kurgunun akışı açısından okumak zorunda değilsiniz ama bir özet mahiyetindedir. Karakterleri, yaşadıklarını, tepkilerini daha iyi anlarsınız. 

O uzun aralardan sonra yazmışken atayım dedim, keyifli okumalar. Yorumlarınızı bekliyorum. 

Bölüm Şarkıları;

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bölüm Şarkıları;

Avesta - Kirasê sor

Barış Manço - Dağlar Dağlar

Selda Bağcan - Ayrılık

Sema Moritz- Hasret

🍀

Bu; birbirini acıtan, ısıran, ihanet eden ama ne olursa olsun birbirini bırakmayan; birbirlerine sıcak ve kızgın zincirlerle bağlı, kimsenin yara açmasına izin vermeyen ama birbirlerinde en derin yaraları açmış bir ailenin hikayesiydi.

Başak tarlasının ortasında, gözlerden uzak yaşayan bir aileye ait konak bulunuyordu. Mutlu, başkalarını da mutlu etmek hoşuna giden, namuslu insanların yaşadığı bir konaktı. Gelen de gidende o konak için Şiyar konağı deyince adı öyle kalmıştı. Zekeriya Şiyar alın teriyle, ticari zekasıyla ve insani ilişkileriyle Diyarbakır'ın hatırı sayılı aileleri arasına girmişti. Öğretmendi, birçok çocuğun çok iyi yerlere gelmesine sebep olmuştu. Tayin süresi boyunca birçok şehre gitmiş, o şehirlerden birinde aşık olmuş, evlenip geri dönmüştü. Evliliğinde dört oğlan, iki kız olmak üzere altı çocuğu olmuştu. 

O çocuklar arasında asi, dediğim dedik, inatçı bir kız vardı. Annesine benzeyen tek çocuktu. Annesi gibi kızıl, güzel yüzlü ve yetenekliydi.  Kendine ait bir dünyası vardı ve o dünyada bir tek onun sözü geçerdi. Atlara, kitaplara ve seyahate düşkündü. Çok küçük yaştan itibaren dünya klasikleri okumaya başlamıştı. Tutulan hocalar sayesinde İngilizce ve Almancayı çok iyi konuşur hale gelmişti. Dünya klasiklerini kendi dilinden okumak istiyordu çünkü. Rusça içinde girişimde bulunmuş fakat ilerleyemeyince yarıda bırakmıştı. Babasının eteğine yapışmış, uzun uğraşlar sayesinde ailedeki ilk piyano dersini alan kız çocuğu olmuştu. Plaklardan dinlediği konçertoları kendi çalmak istiyordu.

Kuzenleri arasında biri vardı ki, öz kardeşinden daha yakındı ona. Sanki farklı analardan doğan ikizler gibilerdi. Bedenleri değil, ruhları benziyordu. Nalan ve Emine aynı dili konuşup dünyaya aynı yerden bakıyorlardı. Koşullara rağmen, yaşıtları olan kızlardan çok daha özgürce dağlarda geziniyorlar, öğreniyorlar ve yaşamayı seviyorlardı. Bir örgünün ayrı parçaları gibilerdi. Tek başlarına kimsesiz hissediyorlardı.

Nalan büyüdü. Beraberinde dünya şekillendi, hükümetler değişti, zaman ondan birçok şey alarak geçip yahut delip gitti. Lise mezuniyetinden sonra üniversite okumakta kararlıydı. Tarih'e büyük bir ilgisi vardı. Kitaplığının yarısı İngilizce, Almanca, Türkçe hatta ana dili olan Kürtçe, Tarih kitaplarıyla doluydu. Öğretmenleri onun çok iyi yerlere geleceğini ve mutlaka İstanbul'da okuması gerektiğini söyleyip teşvik ediyordu. Onun gibi dört dil bilen, kendini birçok alanda geliştirmiş, önü açık bir kız çocuğunun heba olmasına razı değillerdi. 

MecruhHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin