Selamun aleyküm.
Bu bölümde karne hediyesi gibi bir şey olsun.
🍀
Bölüm şarkıları:
~Adamlar ¦Yoruldum
~ Grup Abdal ¦Etek sarı sen etekten sarısan🍀
Yıpranmış defter sayfası gibiydim. Defalarca yazılmış, silinmiş üzerinde kalem izi, silgi izi belki gözyaşı ve birkaç damla kan izi vardı.
En küçük çizgi artık bende iz bırakıyordu.
Ben çekmediğim sancıyı burada çekmiştim. Yaşamadığım bir çok duyguyu burada yaşamıştım. Konuşmayı, kızmayı belki bu kadar çok ağlamayı burada öğrenmiştim.
Belki çok aptalcaydı ama ben hissetmeyi, tepki vermeyi, kendim gibi davranmayı burada öğrenmiştim. İstediğim gibi gülebiliyordum. Dedem, Dilber, Lalezar hep gülmeye teşvik ediyordu.
Ağlayabiliyordum. İstanbul'dayken ailem üzülmesin, babam üzülmesin diye ağlamaktan imtina ederdim. Burada özgürdüm.
Belki içim özlemle kavruluyordu. Babamı, abimi, kardeşimi, annemi özlüyordum. Beni sevmediğini düşündüğüm annemi bile çok özlemiştim.
Belki çok kırılmıştım. İnsanlar beni bükülme üzelliği olan biri sanıp darbe üzerine darbe indirmiş fakat ben her seferinde parçalanıp dağılmıştım. Her yerde bir parçam vardı. En çok Duha'nın ellerinde ve abisinin dilinde.
Dilde yare geçmezdi değil mi?
Belki zayıflamıştım. Kendimi korkuluk gibi hissediyordum. Belki psikolojim bulanıktı. Çöküşe geçmişti.
Ama özgürdüm. O amadan sonrası benim ömrümce istediğim en çok şeydi. Bazen düşünmüyor değildim.
Belki de bahçemi talan eden kasırga prangalarımı kırmıştı.
🍀
Ağır adımlarla yürüyordum. Vakit artık akşamdı. Birkaç saat ortadan kaybolmam dedemi meraklandırır diye kalkmaya karar vermiştim.
Aklım şarkının sözlerindeydi.
O şarkıları kim telefonuma hangi ara yüklemişti bilmiyorum fakat bunun bilerek ve planlanarak yapıldığı çok netti.
Ahırın önüne geldiğimde Balkı'yı içeri yönlendirdim. Kapının eşiğine yavaşça oturdum. Şarkılar insanın ruh halini inanılmaz etkiliyordu. Yutkundum. Defalarca yutkundum. Boğazımda büyük bir yumru vardı. Gırtlağımda nasırlaşmıştı. Ne kadar yutkunursam yutkunayım inmiyordu aşağıya.
Biliyordum. İnse bile onu hazmedeyecektim. Hazmedemediğim o kadar çok şey vardı ki. O kadar söz, olay, yaşanmışlık vardı ki.
Ne yapacaktım? İnsan böyle bir durumda ne yapardı? Hazmedemediğimi kusmam mı gerekirdi? Dilimin ucunda biriktirdiğim zehri birine enjekte etmem mi gerekirdi?
Dizlerimin üzerindeydim. Çocukken en geç dizlerimde ki yaralar geçerdi. Çok düşmemiştim. İki kere dizlerim üzerine böyle düşmüştüm ve o düşüşüm bütün bir ömrüne malum olmuştu.
Ben yaralıydım. Ben mecruhtum. Tek vasfım bu değildi elbet. Ben bir kahpenin (!) kızıydım. Yüzüm Nalan'ın yüzüydü. Gözlerim onundu. Saçlarım onundu. Duruşum bile benim değildi.
Ben... Ben sadece kendim değildim. Bersin değildim ki. Bu beni öyle derinden, öyle derinden yaralıyordu ki. Sızısı dinmiyor, acısı geçmiyor, rengi değişmiyor.
Parlak kızıl. Belki kan rengi. Belki katran. Geçmiyor. Belki... Belki de saf bir gözyaşı rengi.
Benim renklerim yoktu. Dışım gökkuşağı, içim katran rengi, zehir yeşili, kan kırmızısı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mecruh
Literatura Feminina"Ben seninle heba olmaya da razıyım." 🍀 HAYAL ÜRÜNÜDÜR Başlangıç Ekim/2019