80: İçin İçin Ağlayan Kadın

1.2K 130 32
                                    


Merhaba. Finallerin ortasında bölüm yazıp attığım doğrudur:) Dönem dönem çok uzun aralar oldu, bence finali çoktan yapmış olmam gerekiyordu ama sorun değil, ne demişler geç olsun güç olmasın. Çok az kaldı finale. Umarım kurguya layık bir final olur.

 Umarım kurguya layık bir final olur

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Yelda Abbasi - Le Yare

Natassa Mpofiliou - Furtuna

🍀

Günün kimseye anlamlı gelmeyen anlarında sessizce dolanıyorum yaşamın içinde. Her şeyin bir kabus olmasını umduğumdan bir rüya gibi geliyor yaşam. Ama ne kabus ne rüya. Sadece başkaları için akarken benim için durmuş. Zamanın çarkları arasında kenarları kıvrılmış eski bir fotoğrafım sanki. Öylece donup kalmıştım, hatırlayıp yad edenim bile yok. 

İnsanlar geliyor, onlara kanı dökülen adamın karısı olarak hizmet ediyor, onlar tarafından görülmemeye devam ediyordum. Yemek boğazımdan geçmiyor, uyku gözüme girmiyor, geçmişin hayaletleri pençelerini sapladıkları yerden çıkarmıyorlardı.

Kaç gün oldu, bilmiyorum. Kim geldi, tanımıyorum zaten kimseyi. Birkaç tanıdık sima var ama ayırt edemiyorum.

Güneş battı, doğdu, bu böyle deveran etti.  Onların yanında kocam, çünkü onlardan. Babaannesi ve abim bakıyordu. Misafirler sık sık gidip geldiğinden misafir odasına onun için yatak kurmuşlar, orada yatıyordu. Bir ihtiyaç olduğunda Duha gelip alıyor evden. 

Ben uzağım, sessizim, bir hayalet gibiyim. O da uzak, o da sessiz, o da hayalet gibi. Karşılıklı yaralamışız birbirimizi, ne iyileştirebiliyoruz ne unutabiliyoruz. 

Sabahın erken saatinde hiç uyumadığım yataktan kalktım. Üzerime kahverengi bir elbise geçirip yüzümü yıkamak için banyoya geçtim. Gördüğüm yüz, çirkin bir yüz... Solmuş, gözaltlarını kara halkalar çevirmiş, birkaç sivilceyi konuk etmiş, çirkin bir yüz... Buz gibi suyla yıkadım yüzümü, beni kendime getirdi. Kuruladıktan sonra şalımı bağlayıp çıktım evden. Güneşin çekinmeden vurduğu buğday tarlasını geçip, merdivenleri çıkıp mutfaktan içeri girdim. Şadiye abla, Beylem Hanım ve çalışanlar yemek yapıyordu yine gelenler olur diye. Lalezar, Duha ve Suna'ysa sabah kahvaltısı kuruyordu avluya.

Bardak dolu tepsiyi kaldırdım ellerim sızlarken. Anca kaldırdığım tepsiyi sofraya götürmeye çalışırken bir ayak çelme taktı bana, elimdeki tepsi büyük bir gürültüyle zemine çakıldı, üzerine tek bir sağlam bardak kalmadı. Kafamı kaldırıp ayağın sahibine baktım. Suna'ydı.

"Önüne baksaydın." Cevap vermeye halim yok. Eğilip kırık camları tepsinin üzerine toparlamaya başladım. 

"Ne zamana kadar ölü gibi dolacaksın bu evin içinde?" Parçalar uzaklara sekmiş. Doğrulmadan uzanıp toplamaya devam ettim.

"Kocan öldü de bizim mi haberimiz yok?"

Öyle söylemesin istedim, bunu bir daha dillendirmesin diye dilini koparayım istedim, yapmadım. Akan burnumu sildim, işime devam ettim. Cam avucumu çizdi ben hırsla sıkınca. Çok kanatmıyor ama, ince bir çizik. Tepsiyi alıp ayaklandım, yüzüne baktım Suna'nın. Mutfağa geri dönüp kırık bardakları çöpe boşalttım. Yeni bardaklar çıkarıp zar zor kaldırdığım tepsiyle avluya çıkınca, aynı ayak, aynı yerde çelme taktı bana. Bardaklar zemine çakılıp parça parça oldu. 

MecruhHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin