3| Kederle Nişanlanan Kadın

4.3K 237 123
                                    

Selamun aleykum

🍀

Hep insanları gülümsetmek istedim. Böyle bana baktıklarında yüzlerinde insanı aydınlatan sıcacık bir gülümseme oluşsun istedim. Olmadı. Annem bana baktığında gözleri doldu. Babam baktığında boynu büküldü. Ben de hem gülmeyi hem güldürmeyi bıraktım.

Şimdiyse dedem bana bakıyordu. Yüzünde keskin bir ifade vardı. Bıçak üstündeyim. Anlamıştım. Aptal değildim. Diyarbakır'a gitmemi istiyordu ama neden? Neden ben? Onlarla husumeti olan ben değildim ki. Ben onları tanımıyordum bile.

"Kim?" dedi Babam kızgın bir ifadeyle. Öfkesi bir deniz gibi kabarmıştı. "Bersin mi? Benim kızım kurban mı Seyit amca? Ben kızımı Beylem Hanım'ın ellerine gönderir miyim?" Dedemin kaşları çatıldı. Annem sessizce onları dinliyordu. Bir şeyler demesini bekledim, demedi.

"Bunu babana borçlusun. Baban iyi değil, oğlum. Onun Nalan'a ihtiyacı var. Senin kızın Nalan'ın bir kopyası. Senin kızın ona şifa olmasa bile en azından son günlerini huzurla geçirmesini sağlar." Babam ayağa kalktı. Odanın içinde bir o yana bir bu yana yürümeye başladı. Üzerime yıkılan bir misyon daha... Bu iş zaman geçtikçe çığırından çıkıyordu.

"Seyit amca Bersin yarın nişanlanıyor. Belki birkaç aya evlenecek. Onu nasıl kalkıp oraya gönderelim? Nişanlısı kabul eder mi? Mantıklı mı Allah aşkına bu söylediğiniz?" Babam bir çıkış yolu bulmaya çabalıyor bahaneler sunuyordu.

"Hem onların kızıma nasıl davranacağını bilmiyorum. Oranın insanıyız bizde. Mantıkla değil, duygularla hareket ediyoruz. Ya kızıma bir kötülük ederlerse?" Sıkıntıyla saçlarını karıştırdı. "Benim kızım Diyarbakır'ı havasına da dayanamaz ki. Olmaz Seyit amca. Olmaz." Kısa bir sessizlik odaya hükmetti. Babam. Ah sıkıntı nasılda oturmuştu yüzüne.

Anneannem ellerini ovuşturdu. Ardından konuştu. "Senin kızının yüzü Nalan'a benzediği kadar karakteri de benziyor. Nalan güçlüydü. Dik durur, her şeyle başa çıkardı. O neden yapamasın?" Kafamı sağ omzuma doğru yatırdım. Abimle göz göze geldik. İçimi okumak ister gibi bakıyordu yüzüme. İzin vermedim. Her zamanki gibi sessiz ve ifadesizdim.

"Benim kızım Nalan değil!" dedi babam bir anda. Sarsıldım. Bunu birinin ağzından duymaya o kadar ihtiyacım vardı ki. Babama sarılmak istedim. Bunu bildiği ve söylediği için elleri öpmek istedim. Yapamadım.

Biri sonunda bunu fark etmiş ve söylemişti. İçime dolan heyecanla yutkundum. Kaç senedir biri fark etsin diye beklemiştim. Bu durumdan sıkıldığımı, artık kimseye benzemek istemediğimi, aslında piyanoları sevmediğimi ve Almancanın hiç de bana göre bir dil olmadığını biri fark etsin istemiştim. Birini beklemekle hata etmiştim belki. Fakat sonuç almıştım ya, bu bana yeterdi.

"Nalan orda yetişti. Oranın insanını tanıyordu. Benim kızım İstanbul'u toprağında yetişmiş bir Yonca. Sen diyorsun ki onu kopar, Diyarbakır'ın sıcağına ek. Hoyrat, sert ellere teslim et." Babam öfkeli bir soluk aldı. "Ben bunu nasıl yaparım? Beni yurdumdan edenler benim kanımdan olanlara bir damla su vermezler Seyit amca." Kollarımı kendime doladım. Kafamı eğdiğimde saçlarım yüzüme döküldü. Annemin sesini duyduğumda saç tutamlarımın altından ona baktım.

"Gidecek..." dedi. Babamın sözlerini çiğnedi. Bana sorma gereği duymadı. "Ben onu Nalan gibi yetiştirdim. Dimdik duracak. Sabredecek. Ve ben dön diyene kadar orada kalacak." Babam odanın ortasında kalakaldı. Öylece anneme baktı. Bir erkeğin gururu böyle yerle bir edilirdi. Evladını düşünen bir baba böyle çiğnenirdi.

Kendi kalbim ve gururumdan bahsetmiyorum bile. İnce bir kemik kırığı hissettim ciğerimin üzerinde. Sızladı, sızısı gözlerimi yaşartmaya yeterdi. Hem babamın kırığını hem kendi kırığımı hissettim bağrımda.

MecruhHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin