Merhaba! Bölüme geçmeden önce Barış'ın doğum gününü kutlamak istiyorum...
06.09.1992
Barış: Savaş halinde olmama durumu.
Cenker: İyi savaşan, savaşçı, kahraman.Adının tezatlığıyla örtüşüyor bazen karakterin, bu da seni sen yapıyor. İyi ki doğdun bir tanem. Firuze'nin Barbar'ı. 🐯💚 (Henüz yayınlamadığım kısımdan Barış'la ilgili bir alıntı ve edit için twitter -X- hesabıma göz atabilirsiniz!: tevubbs)
14- FAKA BASMAK
Midemin doluluğu karnımı gererken arkama yaslanıp ellerimi göbeğimde birleştirerek derin bir nefes aldım.
"Ellerine sağlık, İlker. En son ne zaman bu kadar lezzetli bir yemek sefası sürdüm hatırlamıyorum."
Hem dışarıdan yeme alışkanlığım hem de yemek yapma konusundaki yeteneğimin zayıflığından dolayı, böyle güzel ev yemeklerine biraz hasret kaldığımı itiraf etmeliydim.
"Bu daha aceleye gelen bir yemek oldu, sen bir de böyle mutfağa erken girdiğim zamanlarda yaptıklarımı gör, ellerini yersin valla. Afiyet olsun."
Yaren gülerek eşine öpücük attığında çenemi kırıştırdım. Ayaklanıp bulaşıkları toplamaya yeltendiğim anda bileğime yapıştı.
"Daha neler! Git otur sen, ben hallederim."
"Yok, olmaz öyle."
"Olur olur. Kendin dedin rutininizi bozmayın diye. Bizde böyle, İlker genelde kurar ben toplarım. Hadi yürü."
Tereddütle İlker'e baktığımda cevabı Yaren'i onaylayarak elimdeki tabakları alıp mutfağa gitmesi olunca "Peki," dedim mahcupça. Şimdiden o kadar beleşçi hissediyordum ki yediğim lokmalar bile boğazımı tırmalamaya başlamıştı.
Yıllar geçse de ekstra olmaktan kurtulamıyordum.
Yaren'in veya İlker'in dert etmediğini biliyordum ve beni benimsedikleri düpedüz ortadaydı fakat olmuyordu işte, eninde sonunda istenmeyeceğim hissini yok edemiyordum.
"Ben odama geçeyim o zaman, çok uyku bastırdı zaten."
"Çay içer bir şeyler izlerdik." dedi Yaren hayıflanarak.
"Yarın artık çünkü hemen uzanmazsam bayılacağım neredeyse."
"Tamam, tamam. Ben hazırlamıştım zaten odayı, çarşaflar falan her şey serili, tertemiz."
Başparmağımı kaldırıp yumruk yaptıktan sonra misafir odasına girdim. Odanın lavabosundaki tezgâha dizdiğim birkaç bakım ürünüyle ufak rutinimi tamamladıktan sonra geceliğimi giyip yatağım olacak koltuğa oturdum. Çantamdan çıkardığım dosyayı önüme koymuştum. Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Barış'a itiraf etsem ne tepki vereceğini de kestiremiyordum ki. O asabi tavırlarıyla kesin burnumdan getirir, hatta ceza almamı falan bile sağlayabilirdi. Saklasam bambaşka bir dertti. Sanki bu dosya elimdeyken zaman geçtikçe hatam büyüyordu. Pekâlâ, dosyayı ben çalmamıştım. Bu olaydaki tek kusurum, fayda sağlamaya çalışarak Barış'a bilinmeyen bir numaradan yem atmaya çalışmamdı. Bunu da ciddi mecralara taşımadan kendimi affettirerek kapatamaz mıydım gerçekten?
Oflayarak sırtüstü uzandım. Bir süre daha kara kara düşünüp tavanı izledikten sonra elim eski, yedek hattımın takılı olduğu telefonuma gitti. Ters düz edip şöyle bir bakındım. Yolda giderken öylesine bir yere mi fırlatsaydım? Yoksa... bir mesaj daha mı atsaydım? Belki operasyonla ilgili olmasa da suratsız Barış'la iki kelam etmiş olurdum. Kaşlarımı çatıp kendimi azarladım. Barış'la bu şekilde iki kelam edip de ne yapacaktım? Ayrıca bunu nasıl yapacaktım? Veremediğim bilgilerin arasında favori rengin falan ne diye mi soracaktım? Kaldı ki, merak da etmiyordum. Bu düşüncenin nereden çıktığını bilmiyordum. Rengiydi yiyeceğiydi umurumda değildi. Zaten muhtemelen yeşil favorisiydi. Gözlerine de çok uyuyordu doğrusu. Alnıma vurarak "Ama bana ne! Hiç de yakışmıyor, Kurbağa Kermit'e benziyor aynı." diye homurdanarak sol tarafıma döndüm. Midem, üstüne baskı yapmamdan sızlanırcasına battığında sağ yanıma döndüm. Telefon hâlâ elimdeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TURKUAZ AYNASIZ | Yarı Texting
RomanceYeni haber için emniyete uğrayan bir polis-adliye muhabiri ve meşguliyeti had safhada, bir başkomiser olarak karşılaştığı çocukluk aşkı. Bugünlerde, çocukken besledikleri aşktan eser kalmadığını sanıp birbirlerinden pek haz etmeyerek hayatta kalmaya...