77- RUBICON'U GEÇMEK
PROLOG
2004 / İstanbulYukarıdan gelen kızgın ses yürek hoplatıcıydı. Hele ki altı yaşında bir çocuk için, kıyamet çağrısı kadar korkunçtu.
Sümer, çıkan sesle daha da gerilen omuzlarının arasında minik ellerini birbirine sımsıkı sardı. Diğer çocukların hepsi oynamaya, koşturmaya devam ederken kendinde ne sorun olduğunu bilmiyordu. Ceren bile gülüp konuşmaya devam ediyordu. Bir erkek olarak, Sümer böyle korkak olmamalıydı. Eğer Ahmetler onu böyle görseydi, etmedikleri alay kalmazdı. Bunu düşünüp hayal etmek karnının iyice ağrımasına neden olsa da dik durmayı denedi. Aynı anda gelen ikinci gök gürlemesi cılız bedenini neredeyse titretti.
İhtiyacı olmadığını, korkmadığını, bebek olmadığını söylemesine rağmen gözleri elinde olmadan diğer yarısını aradı. En azından Tamer yanında olursa dikkati dağılıyor, onun şaklabanlıklarıyla gülebiliyordu.
Yeşilliğin içinde oturduğu eski ahşap bankta ayaklarını sallandırırken ikizini görmeye çalışarak biraz daha bakındı. Ancak onu hiçbir kuytuda seçemediğinde bu defa içine gök gürültüsünün dahi geçemediği bir korku düştü. Tamer başına yine bir bela açıyorsa, Sümer ne yapacaktı?
Hemen önünden koşup giden Bahadır'ın kolunu yakaladı ve bankadan kayarak önünde dikildi.
"Tamer'i gördün mü?"
Nefes nefese kalmış bodur çocuk hızlıca kafasını iki yana salladı.
"Hayır..." dedi kızarmış tombul yanaklarını hareketlendiren bir şekilde yutkunarak. İşaret parmağını ileriye uzattı. "Ama en son şuraya koşuyordu galiba."
Hemen sonra Sümer'in konuşmasını beklemeden kendi tayfasının top oyununa katılmak üzere koşarak uzaklaştı.
Sümer, Bahadır'ın işaret ettiği yöne bakınca bahçenin ötesindeki tenha yeşilliği kast ettiğini gördü. Şimdi içinden ağlamak, karnını ağrımasın diye söküp atmak ve Tamer'i gördüğü anda tokatlamak geliyordu. Tamer oraya gittiyse, kesinlikle Sümer'in üstlenmesi gereken bir şeyler olacaktı.
Biri sıkıyormuş gibi acıyan boğazını hissetmemek için titreyen dudaklarını birbirine bastırdı ve bir elini gri havadan korktuğunu çaktırmamaya çalışarak karnında tutup o yöne doğru yürümeye başladı. Metrelerce uzaktaki Ceren onu gördüğünde, bir süre sadece izledi. Sonra Sümer'in duymazdan gelişine üzüldüğü gür bir sesle "Sümer! Gelsene, bizimle oyna!" bağırdı.
Tamer de burada olsaydı bu davet Sümer'in çok hoşuna gider, utangaçlıkla yine de gidip Ceren'in yanına otururdu. Ama bir yanı ortada yokken ve Sümer onu kontrol edemiyorken bir şeye odaklanması imkânsızdı.
Ceren, peşinden birkaç kere daha seslense de Sümer minik, kısa adımlarını hızlandırarak budanmalarına pek özen gösterilmeyen uzun yeşilliklerin arasına daldı.
Şortundan ötürü kısmen açık kalan bacaklarına değen ve zararsız olmalarına rağmen bilinçsiz aklına yabani gibi gelen otlara mızmızlanarak "Iy!" diye ağlamaklı sesler çıkarıp bir an önce ilerideki toprak alana varmak için debelendi.
Kuru zemine bastığında huylanarak tüm üstünü başını silkelerken "Tamer!" diye seslenerek yürümeye devam etti. "Tamer! Neredeyse çık, hava kararmadan yemekhaneye gitmemiz lazım! Tamer!"
Tıpatıp aynısı olan kafayı görmek için durup etrafına bakınsa da hiçbir şeyi göremedi. Gözünü ilk açışından bu yana sahip olduğu tek ama gerçekten tek şey ikizinden başka bir şey değildi. O da çoğu zaman böyle ortadan kaybolduğunda Sümer'in dizleri telaştan tutmayacak hâle geliyordu. Tamer'i kaybetmemeliydi, Tamer'e bir şey olmasına izin vermemeliydi, Tamer'i üzgün görmemeliydi... Hassas, küçük yüreği Tamer'i bir daha hiç göremeyeceğinin korkusuyla duraksamasına neden olacak kadar çarpınca Sümer son gücüyle "Tamer!" diye tekrar seslendi. Ama Tamer yoktu. Sümer yalnız kalacaktı. Yapayalnız. Sevmediği yemek çıktığında onun yerine yiyecek Tamer yoktu. Ağlamak istediğinde ona neden ağlamak istediğini unutturacak, gece uyuyamadığında yan yana uzanıp yorganın altında gülüşeceği, biri zorbalık yaptığında hiç tereddüt etmeden onu savunacak, yılda bir kere düzenlenen gezilerde yanında her şeye koşturacak Tamer yoktu. Sümer yapayalnızdı. Tamer'i nasıl bulacağını bilmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TURKUAZ AYNASIZ | Yarı Texting
RomanceYeni haber için emniyete uğrayan bir polis-adliye muhabiri ve meşguliyeti had safhada, bir başkomiser olarak karşılaştığı çocukluk aşkı. Bugünlerde, çocukken besledikleri aşktan eser kalmadığını sanıp birbirlerinden pek haz etmeyerek hayatta kalmaya...