24- BİR DAHAKİ DİYE BİR ŞEY YOK
Yol kenarındaki bir kafede oturmuş, önümdeki soğuk suya bakarken stresle sallanan bacaklarımı durduramıyordum.
Dikkatimi dağıtmak için yetmişinci kez kıyafetlerimin düzgünlüğünü kontrol etmeye karar verip uzun kollu beyaz cropun altına giydiğim siyah, bol pantolonuma göz attım. Dikkatim istediğim kadar dağılmadığında tüylü çantamın üzerine attığım gri kabanımı duruşuna hiçbir etki etmeyecek şekilde düzelttim.
Saçlarımı sırtıma doğru itip dirseklerimi masaya dayarken söyleyeceklerimi tekrar tekrar yeniden şekillendiriyordum. Bir de Barış'ın söyleyeceklerinden tedirginlik duyuyordum. Başta numarasını Tamer'den falan isteyip ayak yapmayı düşünsem de ipi koparacağım bir noktadayken neden uğraşayım deyip doğrudan Barış'ı aramıştım. Buluşmak istediğimi söylediğimdeyse sesi yüreğimi hoplatacak derece soğuktu ve ne tesadüf, onun da benimle konuşmak istediği şeyler olduğunu söylemişti.
Bu konuşma tam olarak sabah gerçekleşmişti. Çünkü dayanamayıp Yaren'e dökülmemin hemen ardından kahvaltı bile yapamayacak kadar huzursuzlanmıştım, daha fazla geciktirmeden Barış'ı aramıştım. Şimdi öğleden sonra bu stres topu hâlime gelene kadar da resmen karın ağrısı çekmiştim. Yalan söylemekten nefret ederdim. Aynen böyle, karnıma ağrılar sokardı. Uzun süre sonra ilk kez düştüğüm durumdan kurtulmak için yalana başvurmuş ve onu da beklendiği üzere elime yüzüme bulaştırmıştım.
Biraz daha beklemeye devam edersem kalbimin gerginlikten durmaya meyledeceğinden korktum. İki büyük yudum su içtikten sonra çenemi birleştirdiğim ellerimin üstüne dayayarak gözlerimi kapattım ve gevşemeyi denedim. Kalbimin köşeleri mecazi olmayacak şekilde batmaya başlamıştı, çarpıntım güçleniyordu. Kapalı gözlerimin ardındaki benekleri görmezden gelmeye çalışırken baş ağrım da boy göstermeye başlamıştı.
Karşımdaki koltuğun çekildiğini ve iri birinin varlığını hissettiğimde bakacak yüzü bulamadığımdan birkaç dakika böyle oturmaya devam ettim. Barış da sessizliğini koruyarak bana zaman tanıdı.
Uzatmamalıydım. Uzatacak mecalim kalmamıştı. Bu yüzden içimden milyon kez ona kadar saydıktan sonra sıktığım boğazımın eşliğinde şak diye gözlerimi açtım ve "Özür dilerim," deyiverdim.
NE? O kadar afili savunma açıklamaları düşündün ama ağzından çıkan kuru bir özür mü?
Arkasına yaslanmış, dalgınlıkla beni izlerken yakaladığım Barış, bir saniyeliğine bocalasa da yana eğilmiş başını düzeltti ve yosun renkli gözlerine ciddiyet yükledi.
"Ne için?" deyip itirafıma teşvik etse de niçin olduğunu bildiği gün gibi ortadaydı. Demek siber birimden numaranın kaynağını öğrenmişti.
Dudaklarımı ıslatıp tek solukta "Aptalca bir işe giriştim. Yapmamalıydım, biliyorum. Çok büyük bir yanlış, evet. Ama yemin ederim bir anda oldu. Sonra da toparlayamadım bile. Ayrıca sebeplerim vardı, anlatacağım gerçekten." dedim. Bu süre zarfında bakışlarına ancak saliselik karşılıklar verebiliyordum.
İçtenliğimi uzun uzun irdeledikten sonra burun kemiğini işaret ve baş parmaklarının arasına alıp bir süre öylece durdu. Başını kaldırdığında kaşlarını çattı.
"Şaşırmadım, tahmin ediyordum çünkü. Ama keşke şaşırsaydım, Firuze. Sen... Sen aklını nerede kaybettin?"
Suçluluk duygusuyla susup bekledim.
"Ne diyeyim yani şimdi ben sana? Sen söyle, ne yapayım?"
Alt dudağımı içeriden dişleyip önümdeki bardağı evirip çevirmeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TURKUAZ AYNASIZ | Yarı Texting
RomanceYeni haber için emniyete uğrayan bir polis-adliye muhabiri ve meşguliyeti had safhada, bir başkomiser olarak karşılaştığı çocukluk aşkı. Bugünlerde, çocukken besledikleri aşktan eser kalmadığını sanıp birbirlerinden pek haz etmeyerek hayatta kalmaya...