50- LANETİ KIRABİLİR MİYİZ?
Yaren ve Fırat'ın şahitliğimizi yaptığı, iki evet ve bir zoraki ayak basmaya ek olarak sahte bir alın öpücüğüyle hızla sonlanan nikâhımızdan sonra Cenkerler Balıkesir'e hemen dönmedi. Biz de yeni evime gitmedik.
Bunun yerine, dönüşü akşam gerçekleştirecekleri için birlikte yemek yemeye, Tarabya'ya geçtik.
Şimdi de deniz kenarında bir lokantada ellerimi çenemin altında birleştirmiş, üzerimden sıyrılmayan gerginlikten dolayı yemek yiyemez hâlde serin esen deniz rüzgârının saçlarımı savuruşunu izliyordum.
Umut ve Melin Anne İstanbul'un sadece gezmek için güzel olduğu yoksa yaşanılmaz olduğu hakkında bir sohbete dalmıştı. Muhabbetlerine dahil olmaya niyetlendiğim sırada dirseğimi dürten kolun sahibine, soluma dönüp Barış'a baktım; çenesiyle tabağımı işaret ettiğini gördüm. Omuz silkerek dudak büktüğümde belli belirsiz gözlerini devirdi.
"Sabahtan beri hiçbir şey yemedin."
"Kahvaltımı yaptım." diyerek işaret parmağımı kaldırarak karşı çıktım.
Gözlerini kıstı. "Kahveyle mi?"
Geriye yaslanmadan önce dudaklarımı birbirine bastırarak bir nevi onaylamamı kalbimi altüst eden bir tavırla inceledikten sonra çatalımı kaptı ve beşamel soslu makarnamdan ideal bir parça bölerek dudaklarıma yanaştırdı. İkinci kez yaptığı bu jest karşısında afallarken önce burnumun dibindeki çatala sonra gözlerine baktım. Ailesinin önünde bunu yapması ne kadar doğruydu ya da abartı mıydı bilmiyordum ama samimi görünüyordu. Ah, çünkü samimi görünmesi gerekiyordu.
Göz ucuyla öbürlerine baktığımda yavaşça sessizleşerek bizi izlemeye başladıklarını fark edince taşlar iyice yerine oturdu. Ayak uydurmaktan başka kârlı seçeneğim yoktu. Bu yüzden flörtöz gözüktüğünü umduğum biçimde ufak bir gülümsemeyle uzattığı lokmayı kabul edip çiğnerken Barış'ın ne yaptığını şimdi idrak etmiş gibi boğuklaşan ve dudaklarımda takılı kalan bakışları, lokmamı boğazımda durdurdu.
Yanlış mı anladım diye aklımdan binlerce ihtimal geçirirken hızla gözlerimi kaçırdım ve alevlenen karnımı dindirebilirmiş gibi acıyan boğazım adına suyumu kafaya diktim.
Meva'nın ani kıpırtısıyla irkilerek ona döndük.
Zeytin gözleri beklentiyle ışıldarken minik ağzını aralamış, başını Barış'a uzatmış şekilde bekliyordu.
Kıskandığından veya imrendiğinden yaptığı bu hareket hepimizi güldürürken az önceki yakınlığın etkisinden sıyrılmaya başlamıştım. Meva'ya odaklanarak amcasına nasıl hayranlıkla baktığını inceledim. Barış şimdiye dek gördüğüm en sevimli ve içten gülümsemelerinden birini takınarak önce Meva'nın yüzünü yumuşakça kavradı, sonra yanağına kocaman bir öpücük bıraktı.
Aniden kendimi, yanağımı uzatıp Meva gibi şimdi de benim sıra beklediğimi hayal ettim. Ve refleksle başımı iki yana sallarken kendime duyduğum sinir yüzünden dişlerimi sıktım. Zihnimin iplerini sımsıkı tutmaya giderek daha çok ihtiyacım oluyordu.
Barış ona lokmasını yedirirken yerinde hareketlenerek hafifçe şımardı ve sandalyesinden kayıp ona sokuldu.
Umut'un söylediği bir detayı hatırlayarak ciddiyetle sordum.
"Meva? Daha önce hiç tekvandoyu duydun mu?"
Doğrudan sorup hakkında bir şeyler bildiğimi belli ederek savunmasını aktifleştirmek yerine sohbet havasına büründüm ve kendi isteğiyle yavaşça anlatmasını sağlamayı amaçladım. İlgisini cezbettiğimi berraklaşan ve yüzüme kalkan saniyelik bakışlarından anladım. Başını sallayarak onayladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TURKUAZ AYNASIZ | Yarı Texting
RomanceYeni haber için emniyete uğrayan bir polis-adliye muhabiri ve meşguliyeti had safhada, bir başkomiser olarak karşılaştığı çocukluk aşkı. Bugünlerde, çocukken besledikleri aşktan eser kalmadığını sanıp birbirlerinden pek haz etmeyerek hayatta kalmaya...