"Bir kenarda bir köşede görmesen de varlar,
Umut gökyüzünde parlar.
Ruhun kanlandıkça gözlerinden damlar..."70- YANAN, YAKAR MI?
Gözlerimin önünde yıldızlar çarpışıyor, ruhum hayalimin ermediği bambaşka boyutlara taşınıyordu.
Avuçları daha fazla yerimde dolaşsın, her zerremi sahiplensin istiyordum. Her santiminde izim kalsın, aidiyet oluşturayım istiyordum. Sırtına sızan ellerimi oradan çekip yüzünü kavrayarak kalbime sancı girene kadar onu öpmeye devam ettim. Aylarca bir çölde yürümüşüm gibi bir susuzluk hissediyordum, kana kana içmeme rağmen yetmiyordu.
Seçme şansım olsaydı, bu anın sonsuza dek sürmesini isterdim. Ancak çok uzak olmayan bir yerden vapur düdüğünü duyduğum anda kendi boyutuma döndüm. Dudaklarımı, Barış'ın dudaklarının arasından yarım yamalak çekmeyi başardığımda "Barış," diye sayıkladım. Adını algılar algılamaz minimum düzeyde geri çekilip yüzüme baktı.
Soluklanmaya çalışıp yutkunurken anlayabilmesi için bakışlarımla etrafı işaret ettim. Kesmeyi zerre kadar istemesem de mahremiyetimiz yeterli düzeyde değilmiş gibi geliyordu. Spontane yaşanan bir şeydi, yetişmemiz gereken bir yer vardı. Ve şu an giderek durulan enerjimle birlikte utanç gün yüzüne çıkmaya başlıyordu.
Neyi kast ettiğimi çabucak anladığında bırakmaya hiç hevesi olmamasına rağmen kendini doğrultarak beni de doğrultmuş oldu. İkimiz de oturur pozisyona geldiğimizde elbisem iyice yukarı sıyrıldı. Kalçamı kaynatan eli benimsediği noktayı bırakıp arkamdaki trençkotuma uzandı. Bacaklarıma doğru çekip örttüğünde ellerim yüzünden omuzlarına düştü. Yüzünü pek uzaklaştırmadan gözlerimin en içine baka baka yutkunduğunda yanaklarım alevlenmeye başlamıştı ki bu yanmanın güneşle hiçbir ilgisi yoktu.
Az önce öpüşmüştük. Öpüşmek, öpüşmek bilirdi. Biz epey öpüşmüştük. Barış ve ben. Ben Barış'ı öpmüştüm. Nihayet eğer o an beni öpseydi ne olurdu sorumun cevabını alabilecek bir durumdaydım. Belli etmemeye çalıştığım bir beklentiyle susmaya devam ettim. Herhangi kırıcı bir şey söylemesinin ihtimaliyle yüreğim ağzımda beklerken göğüslerimiz hâlâ birbirine çarpıyordu. Hiçbir şey söylemedi. Ama geri de çekilmedi. Aksine, üzerime doğru eğilip yüzünü yavaşça boyun girintime gömüp sesli bir şekilde derin bir nefes aldığında başım, ben engelleyemeden geriye düştü. Sebep olduğum nemli, sıcak dudaklarının şah damarımın üzerini örttüğünü hissettiğim anda titredim. Omurgamdan geçen ürpermeyle omuzlarını sıkarken gözlerimi kapattım.
İlahi bir melodiyle "Firuze..." dediğinde nefesi, öptüğü noktaya çarpıp mayışmama neden olurken hiçbir ses çıkaramadım. Bir harf çıkarma yetim bile şu anda yoktu. Konuşmayı unutursun, demiş ve dediğini yapmıştı. Nasıl konuşacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Benden farkı yokmuş gibi duraksayıp ancak birkaç saniyenin ardından "Bir daha öyle şeyler söyleme." diyerek devam etti.
Kalbim göğsümün içinde eriyip içimin tamamını kaplarken gözlerim açıldı. Ne söylemiştim sahi... Ha, bam teli taktiği mi? Elimde patladı, baksana.
Bu durumda bile isteği buydu. Söylediklerimi kabullenmiyor, karşı koyuyordu. Onu kırmamdan ziyade kendimi koyduğum konum, kendime layık gördüğüm geleceği sindiremediğini biliyordum. Ama söylemeyecektim, bir daha onu incitecek bir şey yaparsam kendim, kendimi mahvederdim. İçimdeki o sesi ona yansıtmayacaktım. Yine de sesli bir söz vermek yerine, dudaklarım oyunbaz bir alayla titreyip gülesimi getirdiğinde onları birbirine bastırdım. Onun dudaklarını taşıyorlardı, bundan böyle dudaklarıma çok iyi bakacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TURKUAZ AYNASIZ | Yarı Texting
RomanceYeni haber için emniyete uğrayan bir polis-adliye muhabiri ve meşguliyeti had safhada, bir başkomiser olarak karşılaştığı çocukluk aşkı. Bugünlerde, çocukken besledikleri aşktan eser kalmadığını sanıp birbirlerinden pek haz etmeyerek hayatta kalmaya...