65- KÖRLER ÜLKESİ

5.4K 321 487
                                    

65- KÖRLER ÜLKESİ

Telefondaki kişiden daha rahat duyuyorum alt komşunun sesini. Gecenin bu saatinde.

Buzdolabının vızıltısı hep bu kadar yüksek miydi?

Saatin tik takları karnımı ağrıtıyor.

Sinirlerimi çökerten bir hızda caddeden motosiklet geçti şimdi.

Mutfakta musluk açık değil aslında, neden ara sıra tap tap ediyor damlalar?

Bu gece rüzgârlı olacak, cam yerinden çıkabilirmiş gibi uğulduyor.

Çamaşır makinesinden acayip kısık çıkan çıt sesi, şu an çok gürültülü geldi. Sanki orada biri saklanıyormuş gibi.

Her sese rağmen, onlardan bir harf bile duyulmuyor.

Ve ben, büyük koltuğun tam ortasında bağdaş kurmuş öylece otururken parkeye vuran ay ışığının gölgelediği şekillere bakmamaya çalışıyordum.

Bir evde tek başıma yaşarken hiçbir zaman korkmamıştım çünkü hiçbir zaman bugüne dek yaşadıklarım başıma gelmemişti. Ancak şimdi tecrübelerin beyinde nasıl güçlü yer edindiğini anlayabiliyordum.

Bir an acaba Yaren'i çağırsam mı diye düşünsem de saat gece üç on altıyı gösterirken bunun çok zavallı ve kaba olduğuna karar verip uzandığım telefonu geri sehpaya bıraktım ve arkama yaslanarak tişörtümün kollarını avuçlarıma çektim.

Işığı açık bırakmaktansa biri eve sessizce girmeye kalkışırsa kendimce suç üstü yakalamayı umarak uyuduğum izlenimini vermek ve zaten asla uyuyamayacağım geceyi hafiyelikle geçirebilmek için Fransız camının perdelerini yeterli aydınlık sağlasın diye kenara çekmiştim. Balkonda kırılan hareketsiz caddenin soluk ışığı, etrafı seçebilmeme yarıyordu.

Derin bir nefes verip ne zaman başladığımı bilmediğim bacağımdaki ritmi sonlandırdım ve dudağımı parçalamayı bırakarak başımı arkaya attım. Tavan pürüzsüzdü. İyi de şu an düşünmem gereken bu muydu? Düşünmem gerekenleri düşünmek de düşünmemek de apayrı dert oluyordu içime.

Duvar saatine baktığımda sadece dört dakika geçtiğini görünce isteksizce ayaklanıp ayaklarımı sürüyerek mutfağa yürüdüm. Madem uyuyamıyordum, direnmeyecektim. Kendimi oyalayacak bir şeyler bulabilirdim. Aldığım çiçekler mesela... Ya da bitmek üzere olan -ve hâlâ elimde sıfır olan- kayıtlara bakmak, e-posta ve bildirileri kontrol etmek... Omuzlarımı yuvarlarken kendi kendime "Evet," dedim. "Çok işin var, bir şeylerle uğraş."

Bir bardak çıkarıp soğuk suyla doldurduktan sonra arkamı dönerek tezgâha yaslandım. Gözüm, sehpadaki telefonuma çarptığında saatlerdir milyonuncu kez Barış'ı tekrar aramayı düşündüm. Eve girdiğimde daha sonra arayacağımı söylememe rağmen aklımı toparlayana kadar oyalanmış, sonraki iki arama girişimimde de ona ulaşamamıştım. Gruptan da hiçbir şey yazılmamıştı. Tamer de cevap vermiyordu ki ekipçe telefonlarını kapatmaları makul olsa da içim içimi yiyordu. Hazırlıklara giriştiklerini ve yoğun bir gece geçireceklerini biliyordum. Yine de benden önce davranarak ne oldu diye beni aramamış veya mesaj atmamış olması tedirgin ediciydi. Başına bir şey gelmediği sürece güvende olduğumu hep kontrol etmez miydi? Ya başına bir şey gelmişti ya da umursamamıştı. Yüzümü buruşturmama neden olsa da ikinci seçeneği açık ara farkla yeğlerdim.

Telefondan gözlerimi ayırırken Berkay'ı ara fikrini gözlerimi devirerek yok ettim. Abartıyordum. Tamam, kolay değildi. Tetikte olmak çok rahatsız ediciydi. Ama milyonlarca ihtimali irdeleyerek beynimi ağırlaştırmak ve kendimi taş kesecek kadar germek mantıksızdı.

TURKUAZ AYNASIZ | Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin