Merhaba çiçeklerim,
sonunda kavuştuk... Geç oldu ama şimdiye kadarki en uzun bölüm oldu. Sınav üstüne sınavlarım denk gelince düzen aşırı aksadı, dün akşam atmayı planlamama rağmen hastalandığımdan ötürü yine gecikerek bu sabaha kaldı. Tüm bu aksaklıklar adına özür diliyor, sabrınız için çok teşekkür ediyorum. Bol yorum yaparak arayı kapayalım, konuşalım, olur mu? Naçizane tavsiyem, araya zaman girdiğinden ötürü bir önceki bölüme şöyle bir göz gezdirerek okumanız. ❤️78- TAHTA AT
Barış, burnunun altındaki tenin kokusunu derin derin solurken en son ne zaman rüya gördüğünü hatırlayamadan gördüğü rüyanın huzuruyla zihninde kayboluyordu.
Yemyeşil, çiçeklerle dolu bir dağın yamacında... Bulutsuz gökyüzünü sapsarı güneş deliyor. Ancak yakmıyor. Aksine, güneş hiç orada yokmuş gibi serin bir rüzgâr var. Barış'ın iri bedenini dahi yamaçtan yukarı çıkarken zorluyor. Yürüdüğü yoldaki rengârenk yaprakları gördüğü an zihninde tek bir kelime yankılanıyor, dilini tek bir isim uyuşturuyor. Firuze. Üzerinde giymeyi hiç sevmemesine rağmen bir gömlek var. Bembeyaz. Altında kum rengi bol bir pantolon. Ayakları çıplak. Ellerine baksa da ne gördüğünü ayırt edemiyor. Her şey çok bulanık, çok karmaşık. Başına ağrılar girerken bir anda kendini yamacın tepesinde buluyor. Arkasında rengini anlayamadığı samimi görünen bir ev var. Önünde bir bank var. Dokunamıyor ahşaba. Arkasını döndüğünde bir kadın görüyor. Uçurum gibi yüksek olan köşenin başında. Kollarını iki yanına açmış, üzerinde bir elbise var. Elbisenin rengini keskinliğinden anlayabiliyor. Simsiyah. Gece kadar siyah.
Yas kadar siyah.
Barış koruma içgüdüsüyle öne atılıyor. Kadın intihar mı edecek? Ya yanlışlıkla dengesini kaybederse?
Ancak kadın gayet rahat, çok güzel... Öyle güzel ki belindeki saçları dolgunlukla savrulurken Barış'a döndüğünde Barış, ellerini gözlerine siper etmek zorunda kalıyor. Muhteşem bir güzellik. Daha görmeden biliyor bunu. Çünkü kalbi yanıyor. Hatırasıyla. Aşinalığıyla. Al dudakları neşeyle aralanmış, dişleri kahkahasının altında inci gibi. Barış'ın adımları yavaşlayarak duruyor. Kadının gözleri... Kadının gözleri yaşamının özü adeta. Yüreğinde tüm fonksiyonlarını durdurup başlatabilecek bir mekanizma varsa, karısının elâ gözleri o mekanizmanın merkezi.
Artık daha yüksek bir tedirginlikle elini uzatıyor. Gözlerinin aşktan kısıldığını, dudaklarının hayranlıkla kıvrıldığını hissediyor.
"Firuze." diyor meleksi çehresine gülümserken. "Yanıma gel bir tanem, orası tehlikeli."
"Aman Barış," deyip de göksel sesini duyurduğu anda Barış'ın dizleri tutmaz gibi oluyor. Firuze, ellerini arkasında birleştirip salına salına ona gelirken omuzları tehlikeden uzaklaşmasının rahatlığıyla gevşiyor. "O kadar yüksek değil... Hava çok güzel, değil mi?"
"Çok." diyor karısını kollarının arasına alıp sımsıkı sararken. "Çok güzelsin... Çiçekleri gördün mü?" Neden bunu sorduğunu ve çiçekleri nerede gördüğünü, çiçeklerin nasıl olduğunu hatırlamıyor bile. Ama sorması gerekiyormuş gibi hissediyor.
"Ne çiçekleri?" diyor Firuze onu öpüp yumuşak, bahar kokan kollarını Barış'ın boynuna dolarken.
Barış sorusunu algılayamıyor.
"Neden siyah giydin? Turkuaz çok seversin. Yeşil, bej... Neden..."
Firuze'nin uğruna öleceği kaşları çatılıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TURKUAZ AYNASIZ | Yarı Texting
RomanceYeni haber için emniyete uğrayan bir polis-adliye muhabiri ve meşguliyeti had safhada, bir başkomiser olarak karşılaştığı çocukluk aşkı. Bugünlerde, çocukken besledikleri aşktan eser kalmadığını sanıp birbirlerinden pek haz etmeyerek hayatta kalmaya...