34.BÖLÜM

2.1K 110 5
                                    

Saatlerdir bir sürü şey yapmıştım. Anneme yardım etmiştim. Kitaplığımı düzenlemiş, odamı toparlamıştım. Bir ara annemle program izlemeye bile dalmıştım. En sonunda ise kendimi odama atıp kitap okumaya başlamıştım. Yani zihnimi oldukça meşgul etmiştim. Ama durup durup aklıma geliyordu, ben ne yapacaktım? Stresliydim, bastırmaya çalışsam da olmuyordu. Üstelik sadece beş dakika önce annem odama gelip akşam dışarı çıkabileceğimi söylemişti. Poyraz abi annemi aramış ve izin almıştı, bunu nasıl yaptığı konusunda ise hiçbir fikrim yoktu. Yani son umudum da çöp olmuştu. Ben izin istesem annem hayatta bırakmazdı, hem de misafir geleceği akşam!

Elimdeki kitabın sayfasını çevirdim. Devekuşu misali, yatağıma saklanıp kitabımı okuduğumda yok olduğuma inanıyordum sanki. Ama öyle olmuyordu işte!

Sıkıntıyla ofladım. Kitabı kapatıp kenara bıraktım. Ellerimi yüzüme kapatıp düşünmeye çalıştım. Gitmek istemiyordum, çünkü korkuyordum. Biliyordum duymak istemediğim şeyleri söyleyecekti. Ama bazı şeylerden de sürekli kaçamıyordu işte insan. Belki de bununla önünde sonunda yüzleşmem gerekiyordu. Ama ben hiç hazır hissetmiyordum ki!

Telefonumdan saate göz attığımda söylediği saate sadece on dakika kalmıştı ve ben hala oturuyordum. Yine  de son dakika kadar şansımı zorlayacaktım tabi.

Ne yapacağımı bilemeyip kitabımı tekrar elime aldım. Okudum, okudum ama anladım mı orası meçhuldü. Kelimeleri okuyordum ama beynimde bambaşka senaryolar dönüyordu. Telefonumdan gelen bildirim sesiyle korkarak telefonumu aldım. Poyraz abiden mesaj vardı.

Geldim.

Bir süre boş boş mesaja baktıktan sonra elim yan tarafımda duran perdeye uzandı. Hafifçe araladım perdeyi. Gözleri tam da pencereme odaklıydı, perdeyi araladığım anda gözlerimiz buluşmuştu. Kendime engel olamayıp birkaç saniye baktım. Arabasının kapısına yaşlanmış kollarını göğsünde bağlamıştı. Siyah bir gömlek ve siyah pantolon giymişti. Ona siyah gömleğin bu kadar yakıştığını ilk defa fark ediyordum.

Perdeyi kapatıp mesaj yazdım.

Gelmeyeceğimi söylemiştim.

Mesajımı okuyunca ne tepki vereceğini çok merak ediyordum ama neyseki kendime engel olabilmiş ve perdeyi açmamıştım. İrademin bana en çok lazım olduğu anlardan birindeydim. Mesaj geldiğinde hızla açtım.

Defne, yapma. Lütfen gel. Sadece bir kez konuşalım.

Mesajı üçüncü kez okuduktan sonra etkisinden çıkabilmiştim. Cevap yazmaya başladım.

Poyraz abi konuşmak istemiyorum, zorlama. Lütfen zorlama.

Sıkıntıyla ellerimi saçımdan geçirip derin bir nefes aldım. Niye bu kadar ısrar ediyordu? Neden istemediğimi anlamıyordu? Onu kırmak istemiyordum. Sıkıntıyla yeni gelen mesajı açtım.

Cama çıkar mısın?

Beklediğim cevap bu olmadığı için bir an afalladım. Kalbim yine bağımsızlığını ilan edip hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Tereddütle perdeyi araladım. Bakışları üzerimdeyken telefonunu kulağına götürdü. Aynı saniyelerde telefonum çalmıştı. Arıyordu.

Bir elimde duran telefona baktım bir de bana beklentiyle bakan gözlerine. Ona yapma diyordum neden beni dinlemiyordu? Peki bana böyle bakınca ben neden bir tuhaf oluyordum? Sanki hayır demek daha bir zorlaşıyordu.

Aramayı cevapladım. O bana böyle bakarken başka bir seçeneğim de kalmıyordu zaten.

"Efendim?" Titrek çıkan sesimle içimden kendime kızmıştım. Kısa bir an gözlerimi kapatıp açtım. O ise pürdikkat bana bakıyordu. Sustu birkaç saniye. Sustuk. Sonra derin bir nefes aldığını hissettim.

"Hâlâ mı kaçıyorsun?" Bakışlarındaki beklenti bir anda kaybolmuştu. Sanki bir miktar hayal kırıklığıyla bakıyordu bana, biraz da hüzünlü gibi. Dudağının bir kenarı hafif yana kıvrılmıştı ama mutluluktan değildi. Sanırım bu hayal kırıklığının bir yansımasıydı.

"Kaçmıyorum." Sesim nereye gitmişti benim? Mırıldanarak söylediğim şeyi duyunca sırtını arabadan çekip bir adım öne geldi.

"Kanıtla o zaman."

Belli ki beni gaza getirmeye çalışıyordu ama ben yer miydim? Yemezdim.

"Kanıtlayacak bir şeyim yok benim."dedim kendimden emin bir şekilde. Başım dik bakışlarım netti.

Yenilmişlikle ofladı. Derin bir nefes aldı sonra. Telefonunu kulağından çekip arkasını döndü. Arabasına doğru bir adım atıp kollarını arabasına yasladı. Neden cevap vermemişti? Kontrol etmek için telefonuma baktım. Arama hâlâ açıktı. Bekledim. Birkaç dakika geçti, belki de vazgecmişti. Telefonu kulağımdan çekip kapatmak üzereyken  bir anda bana dönmüş ve hızla birkaç adım atmıştı. Telefonu kulağına götürüp "Sadece benim için Defne." dedi. Ses tonu yakarır gibiydi. "Benim için gelemez misin?"

Bu nasıl bir ses tonuydu? Bir ses tonu insanın kalbini nasıl parçalara ayırabilirdi? Bana daha önce hiç böyle bakmamıştı. Bu bakışlarla ilk defa karşılaşan gözlerim neye uğradığını şaşırmıştı. Zorlukla yutkundum. Dudaklarımdan tek bir cümle çıktı.

"Bana on dakika ver."

Telefonu kapatıp hızlıca perdeyi çekmiştim. Elimi kalbime bastırdım, bu duygu neydi? Hislerimi darmaduman etmişti sadece bir cümlesiyle. Bu haksızlıktı. Ben buna hazır değildim, hem de hiç.

Hükmetmeye çalıştığım duygular eşliğinde hazırlanmaya başlamıştım. Ve giymek için elimin gittiği tek şey dolabımın pek uğramadığım köşesinde duran siyah elbiselerimdi. İçlerinden birini alıp giydim. Sanırım ben de duygu durumumu ancak böyle yansıtabilirdim.

Saçlarımı toplayıp sıkı bir at kuyruğu yaptım. Çantamı koluma takıp odamdan çıktım. Yavaş yavaş adımlarım geriye gitmeye başlamıştı. Pişman olmama ramak kalmıştı. Zaten tamamen anlık bir boşlukta almıştım bu kararı. Eğer mantığım devre dışı kalmasaydı direnebilirdim. Ama öyle bir ses tonu kullanmıştı ki mantığımın esamesi okunmamıştı.

Kapıyı açarken parmaklarımın karıncalanması normal miydi? Peki ya titreyen ellerim yüzünden zorlukla ayakkabılarımı giyimem? Hiçbiri normal değildi, farkındaydım. Ve bu farkındalık canımı sıkıyordu.

Evden çıkıp kapıyı kapattığımda sadece birkaç adım ileride beni bekliyordu. Aheste aheste ilerledim yanına. Tam karşısına geçtiğimde bakışlarına şaşkınlık yerleşmişti.

"Siyahlara bürünmüşsün?" Tabi alışık olduğu bir durum değildi. En son ne zaman siyah giymiştim hatırlamıyordum.

"Senin gibi."diye mırıldandığımda sürücü koltuğunun yanındaki koltuğun kapısını açtı. Pek bir kibardı. Normalde görmediğimiz hareketlerdi bunlar.

"Ama tuhaf olan sesin siyah giymen, benim değil."diye mırıldandı. Arabaya geçip oturdum. Kapımı kapatıp gitmeden önce ekledi. "Neyse, en azından uyumlu olmuşuz."

Kendince olumlu bir tarafını bulmaya çalışıyordu ama bozulduğu belliydi. Sadece kötü hissettiğimde koyu renk giydiğimi biliyor olmalıydı. Arabanın önünden dolaşıp sürücü koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı.

Ben ve iradem ne kadar da güçlüydük(!) Defalarca ona gelmeyeceğim demiştim. Ama sonuç hiç de öyle olmamıştı. Bence hile yapmıştı! İnsan insana öyle bakar mıydı?

Resmen kendi topuğuma sıkmıştım. Buradan geri dönüş yok muydu? Sanırım yoktu.

"Teşekkür ederim, beni kırmadığın için."

Kısa bir an bana baktıktan sonra yeniden yola dönmüştü. Bir nebze de olsa mutlu görünüyordu en azından biraz önceki haline göre mutlu gibiydi. Benim aksime. Benim gerginliğim her saniye artıyordu. Bu yolun sonu ikimiz için de hiç iyi değildi. Belki onu kırmayıp onunla gelmeyi kabul etmiştim ama bu akşamın sonunda muhtemelen kırılacaktı. Bunun ağırlığı kalbimi acıtırken bakışlarımı cama çevirdim. Akan yolu izlerken umarım dedim içimden, umarım bu akşamı onu kırmadan atlatabilirdim.

•••

PAMUK ŞEKERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin