🔥ATEŞ VE BARUT🔥

6.5K 750 1.2K
                                    

ÖNCELİKLE HERKESE MERHABA. BÖLÜM İÇERİSİNDE +18 SAHNE VAR. BAŞLADIĞI BÖLÜMÜ SİZE EMOJİ İLE BELİRTECEĞİM, ONUN DIŞINDA O KISMI OKUMAK İSTEMEYEN ARKADAŞLARIM GEÇEBİLİRLER.🔥🔥

YILDIZLARI PATLATMAYI UNUTMAYIN.🦋

2 GÜN SONRA

Aras

Umut ve özlem bir insanın başına gelebilecek en kötü iki şey.. Özlem başlı başına bir işkenceyken umut ise insanı yavaş yavaş öldüren tatlı bir zehir. Kimine göre umut, hayatın gerçeklerinden kaçmanın bir yolu ama bana göre öyle değil. Bana göre birine umut vermek onu öldürmekle eş değer..

Birinin eline imkansızı umut dahilinde verirsen olmayacak olan şeye tutunur, onun için heveslenir, hayata tutunur... Hiç yapmam dediklerini yapar, asla kurmam dediği hayalleri kurar.. Peki insanın elinden verdiğiniz umudu alırsanız ne olur? Yıkım! Elinizi dahi sürmeden onu ölüme gönderirsiniz.

İşte bu yüzden umut en tehlikeli zehirdir. İnsan, umudun sebep olduğu yıkımla burun buruna gelene kadar zehirlendiğini, umudun kölesi olduğunu anlamaz. İçine düştüğü arafta günden güne yok olduğunu bilmez tıpkı bizim haftalardır bilmediğimiz gibi. Tıpkı bizim günden güne eriyip ölüme her gün bir adım daha yaklaştığımız gibi...

Hastane odasında Sena'ya söylediklerim belki de bu zamana kadar en çok canımı yakanlardı. Niyetinin iyi olduğunu bilsem de, abisi konusunda ne kadar yaralı olduğunu onu ne kadar özlediğini görsem de ona o sözleri söylemek zorundaydım. Savcı gibi şerefsizlerin sözüne bakıp kendisine zarar vermemesi için, en zayıf yanlarından vurmalarına izin vermemesi için bunu yapmak zorundaydım. Çünkü bir insanı ayağa en sevdiklerinin sözleri kaldırırdı.

Hastanede ona sımsıkı sarılıp her şey geçti, ben yanındayım dememek için çok zor tutmuştum kendimi. Pişmanlığını haykıran gözlerinden öpüp, akan yaşlarını parmak uçlarımla silmemek için kendimle verdiğim savaşı düşmanlarımla vermemiştim. Ama ilk kez öfkemle değil mantığımla karar vererek sarmadım yaralarını. İlk kez bilerek bıraktım onu boş hastane odasında.

Bilmesi gerekiyordu. Benden, bizden, bebeğimizden vazgeçtiğinde o boş hastane odasında ömrünü yapayalnız çürüteceğini anlaması gerekiyordu. Bir şerefsizin lafıyla sevdiklerinden vazgeçmemesi gerektiğini öğrenmeliydi. Ben, bebeği almak istediğimde bana savaş açmaya hazırlandığı gibi düşmanlarına da savaş açmalıydı. Zaaflarının artık onu acıtmadığını, onu böyle kanatamayacaklarını en yakınlarına dahi göstermeliydi. Çünkü her zaafın ölüm getirdiğini zor yoldan da olsa öğrenmekten başka çaresi yoktu.

Gözlerimi tavana dikip gözümün önüne gelen Sena'nın gözlerine baktım. Evet Sena'yı çok özlemiştim. Onu gördüğümde aklım başımdan gidecek, dudaklarına yapışıp o dudakları kana kana içecek kadar çok özlemiştim. Aynı yatakta uyuyup aynı şeylere kahkaha atmayı çok özlemiştim. Ama şimdilik yaklaşmayacaktım. Aklını başına toplayabilmesi için ona zaman tanımak en doğru olandı.

Hastaneden sonra ne Yeliz'in eve gelmesine ne de Sena'nın dışarıya çıkıp gezmesine karışmadım. Kahvaltıda, akşam yemeğinde onunla aynı sofrayı paylaşıp havadan sudan konulardan sohbet açtım. Asla canını acıtacak tek hamle yapmadım. Hatta ara ara tebessüm etmek için bile zorladığım zamanlar oldu kendimi. Kafasını toplasın, Savcı'nın söylediği saçma düşüncelerden kurtulsun diye ona gereken ortamı sağlamak için elimden geleni yaptım.

Lakin yanına sokulmadım, onu ayağa kaldırmak için bir harekette bulunmadım, boş teselliler vermedim. Sadece yanında olduğumu bilmesini sağladım o kadar.. Çünkü hayatın bana öğrettiği bir şey daha varsa oda Sena'nın düştüğü yerden tek başına kalmasının gerektiğiydi. Tek başınayken kalkabilecek kadar güçlüydü ancak bebekten sonra hassaslaşmıştı. Benim istediğim ise onun daha güçlü ayağa kalkmasıydı. Artık korumamız gereken yavru aslanımız vardı. Düşmeye, düşsek bile birinden yardım alarak kalkmaya hakkımız yoktu.

ANKA KUŞUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin