YILDIZI PARLATMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN🤩
ARAS
Sonsuz evrende yalnız değiliz. Dünyaya geliş nedenimiz yalnız olmak ya da yalnız ölmek de değil. Hepimizin bir geliş amacı var. Kimimiz amacı doğrultusunda yaşarken kimimizde amacının ne olduğunu unutup saçma sapan hayatlar kuruyor kendine. Bazılarımız ise amacının ne olduğunu bile asla bilmiyor. Oysa en kötü amaç bile amaçsızlıktan daha iyi olandır. İnsan, kötü amacının sonucundan bile güzel dersler çıkarabilirken amaçsızlık kuru bir yaprak gibi oradan oraya savurur.
Lakin en şanslı olanlarımız başka. Onların toprağı sımsıkı saran kökleri var. Amacının ne olduğunu bilip bu doğrultuda yaşayanlar en şanslı olanlarımız. Ömürleri, hedefleri doğrultusunda yaşayıp onun uğruna savaşarak geçiyor. Mükafat olarak da dünyadaki cennetini yaşıyorlar. Onlar için sonsuz evrende sonsuz huzur sunuluyor.
Aynı şeyi diğerleri için söylemek ise mümkün değil. O diğerlerinden birisi de benim... Ben bahtsız olanlardanım daha doğrusu olanlardandım. En başta amacı olmayan daha sonra ise yanlış amaç uğruna oradan oraya savrulup bataklığın en dibini gördüm. Yıllarımı oradan oraya savrulup kana bulanarak geçirdim. Ruhumu, kalbimi, beynimi kısacası beni ben yapan her şeyi karanlığa hapsedip hiçlik denizinde kayboldum. Ne sevmeyi becerebildim ne de sevilmeyi.
Oysa benim dünyaya geliş nedenim belliydi, ben uzun süre görmemek için direndim. Sena... Benim Sena'm... Karım, bebeğimin annesi... Bana yüreğimde çığ gibi büyüyen, her hücremde bahar açmasına sebep olan hisleri öğreten kadın. Seneler öncesinde de onunla öğrenmiştim yaşadığımı, nefes aldığımı seneler sonrasında da.. Onun varlığıyla anlam kazandı her şey, onun ruhuma dokunuşu ile ben, ben oldum.
Sena, karanlıktan sonraki gün doğumu gibi hayatıma girdi. Ruhumda uzun zaman önce öldürdüğümü düşündüğüm hislerin hala bir yerlerde var olduğunu; kalbimde açan baharı başka insanlara da ulaştırabileceğini gösterdi. Benim için iyilikten maraz değil iyilik doğuyordu. Artık hayatın kuru bir nefesten ibaret olmadığını biliyordum.
Zaten gerçek anlamda yaşamakta böyle bir şey değil mi? Yoksa ben mi fazla duygusallaşmıştım? Nefes almak, yiyip içmek, konuşmak ve daha sayamadığım bir sürü fonksiyonları yapmak yaşıyorum demek için yeterli miydi? Bu kadar basit bir şey miydi yaşamak? Değildi. Duygusal yaklaşıp yaklaşmadığımı bilmiyorum ama bana göre yaşamak bu değil. Bunların hepsi hayatı devam ettirmek için gereken şeyler ama asla yaşamak değil.
Yaşamak için sevgi lazım, aşk lazım, güven lazım. En önemlisi ise birine ait olduğunu hissetmek ve onunda sana ait olduğunu bilmek lazım. Bunlar olmadan yaşamak çölün ortasında çiçek açmak kadar anlamsız ve boş. Bir hiç uğruna yitip giden yıllarımda bu gerçeği anlayamasam da şimdi çok iyi anlayabiliyorum. Kalbin sadece kan pompalamakla görevli olmadığını daha iyi biliyorum.
Değişiyorum ve değiştiğim için de mutluyum. Dönüştüğüm adamın her halinden ziyadesiyle memnunum. Aileme korkumun gölgesi değil sevgimin baharı düşecek artık. Benden korkamayacaklar. Saygı duyacaklar ama korkmayacaklar. Onların gözünde düşmanlarına karşı acımasız bir katil olmaya devam edeceğim ama onlara karşı her zaman sevgi dolu olacağım. Bunun için çift karakterle yaşamam gerekirse de yaşayacağım.
Derin düşüncelerim arasında aldığım kararları ölçüp tartarken Yavuz'un huzursuz nefesi ile daldığım alemden sıyrıldım. Masa toplantısının ben tarafından değil de üyeler tarafından talep edilmiş olması canını sıkıyordu. Benimse bu durum zerre umurumda değildi. Ya bana itaat ederlerdi ya da öldürürdüm. O yüzden de derinlemesine düşünüp can sıkıntısı yapmaya gerek yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANKA KUŞU
ChickLitAşık olmak suç mu? Suçmuş... Hemde suçların en büyüğü. Bir aşk uğruna adaletin aydınlık tarafından karanlık tarafına geçtiğim gün anladım bunu. Sevdiği kadının attığı cehennemde masumiyetini kaybeden Selim Egeli... Sevdiği adamı öldü diye bildiği i...