Zong Zi Heng, ruhani güçlerinin üstündeki mührü kaldırmaya çalıştı, ama tam da Zong Zi Xiao'nun söylediği gibi olmuştu. Mührü kaldırması için en az birkaç saate ihtiyacı fakat o kadar uzun süre yalnız kalamamıştı. Zong Zi Xiao sürekli ona sarılıp duruyordu ― tıpkı çocukken yaptığı gibi.
Wuji Sarayı'nda çok fazla yaşlı kişi vardı. İkisinin kan bağı olmadığına ve artık Zong Zi Xiao'nun Dokuzuncu Ekselansları olmadığına kendi gözleriyle şahit olsalar bile, aralarında geçen on yıllık kardeşlik sevgisini görmüşlerdi ve şu andaki "ilişkileri" onları şaşkına çevirmişti. Cai Cheng Yi kraliyet hekimlerine ve astlarına ağızlarını kapalı tutmalarını ne kadar emretse de, Zong Zi Xiao kimseden çekinmediği için dedikodular hızla yayılmaya başlamıştı.
Sanki yeni ve ilginç bir oyuncak edinmiş gibiydi. Zong Zi Heng'le uyuyor, onunla yemek yiyordu ve uyanır uyanmaz onu kollarına alıp baştan aşağı öpücüklere boğuyordu. Zong Zi Heng'in utancından ve birazcık öfkelenmesinden bile zevk alıyordu.
O gün Zong Zi Xiao, akşam yemeğini yerken Wuji Sarayı'nın mahzenindeki en iyi şarabı içiyordu. Öyle heyecanlıydı ki, Zong Zi Heng'i kucağına oturtmuştu ve onu kendi elleriyle beslemesini istemişti.
"İmparator" olsa da, bir şarap evinde müşterilere hizmet eden bir fahişe gibiydi. Ayrıca bulundukları yerde yedi-sekiz kadar hizmetkar vardı. Zong Zi Heng'in tepesi atmıştı, şarap kadehini yere çarptı ve oradan ayrılmak üzere ayağa kalktı.
Zong Zi Xiao kolunu onun incecik beline doladı ve tekrar kucağına oturttu, "Gönülsüz mü davranıyorsun yine?"
Zong Zi Heng, "Ne zaman istekli oldum ki?" diyerek karşı çıkmak istiyordu fakat, böyle bir konuşma yalnızca onu daha kabiliyetsiz gösterirdi, bu nedenle de mücadele ederek kurtulmaya çalışıyordu.
Kenarda duran harem ağaları ve hizmetkarlar başlarını eğmişlerdi, nefes almaya bile cüret edemiyorlardı.
Zong Zi Xiao inanılmaz derecede güçlüydü ve onu sıkıca tutuyordu, "Bana bir yudum şarap ikram etmeyi bile çok görüyorsun. Sahiden de hala İmparator Zong olduğunu falan sanmıyorsun, değil mi? Benim önümde sadece bir cariyesin."
"Adi herif!"
Zong Zi Heng o kadar aşağılanmış hissediyordu ki, Zong Zi Xiao'nun yüzüne okkalı bir tokat yapıştırdı. Gözde bir prens olarak doğmamış olmasına karşın, yine de soylu bir aileden geliyordu. Ayrıca insanlar onun arkasından konuşup hor görseler de ona Ekselansları olarak saygı duymak zorundaydılar. İmparator olduktan sonra artık en üst konumdaydı. Hiç kimse ona doğrudan hakaret etmeye cesaret edemezdi, özellikle de bu kişi; küçük kardeşi.
Zong Zi Xiao bu tokattan pekala kaçınabilirdi ama gözünü dahi kırpmamıştı. Dilini yanaklarının içine, damağına dokundurdu ve şeytani bir şekilde gülümsedi, "Ne kadar da güçsüzsün, yeterince iyi beslenmedin mi?"
Zong Zi Heng onun tilki gözlerine bakınca yaklaşmakta olan fırtınayı gördü.
"Madem yemiyorsun, yeme o halde," dedi Zong Zi Xiao, elini savurdu ve elinin hafif bir rüzgarıyla beraber masadaki her şey yere savruldu. Kırılan, tuzla buz olan bardakların ve tabakların sesi, tıpkı savaş başlamadan önce çalınan savaş davulları gibiydi.
Hizmetkarlar korkudan küçük dillerin yutmuşlardı, birer birer geri çekildiler.
Zong Zi Xiao usulca söze girdi, "Olduğunuz yerde kalın." Bunları söylerken gözlerini Zong Zi Heng'den ayırmıyordu, "Kim gitmenize izin verdi?"
Oradaki herkes başını eğdi, ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlardı.
"Çıkın ve kapının arkasında bekleyin. İmparator her an kendisine hizmet edecek birine ihtiyaç duyabilir."