Zong Zi Heng'in önünde, Li Bu Yu üçüncü amcasına bir iletişim çiçeği gönderdi. Ondan cesedi Ruh Bağlama Rünü'nden çıkarmasını ve Zong Zi Xiao oradan ayrıldıktan sonra Zong Klanı'ndan gelen elçiye teslim etmesini istedi.
Zong Zi Heng her şeyi hallettikten sonra Zong Zi Yun'u haberdar etme niyetindeydi. Zong Klanı'nın kıdemlileri Zong Ming He'nin cesedini gelip aldıktan sonra Daming'e geri götüreceklerdi. Zong Zi Xiao'dan kaçıp kaçamayacağını bilmiyordu ancak kaçmaktan başka çaresi yoktu.
Taç yapraklarını bir kelebeğin kanat çırpışı gibi çırpan iletişim çiçeği, göz açıp kapayıncaya kadar o şeytani mağaradan çıktı ve ışığın içine doğru daldı.
Zong Zi Heng gizlice iç çekti ve bakışları hafifçe Li Bu Yu'ya kaydı.
Li Bu Yu'nun ses tonu derindi, "İmparator sahiden de şimdi olmasında ısrarcı mı? Ölmek istemediğim için bahane uydurmaya çalışmıyorum sadece Zong Zi Xiao'nun kışkırtılıp İmparator'a uygunsuz davranmasını istemiyorum."
"Uygunsuz mu? Neden kaçmak istediğimi sanıyorsun ki?"
Zong Zi Xiao'nun ona olan uygunsuz davranışları engelleyemezse, ölümsüz efsun dünyası muhtemelen bir daha asla gün yüzü göremeyecekti.
Zong Zi Heng, qiankun kesesinden bir tılsım çıkardı.
Li Bu Yu bir adım geri attı ve yalvardı, "İmparator onurlu bir ölümüm olacağına söz vermişti." Daha sonra cüppesinin kol kısmından qiankun kesesini çıkardı ve yere koydu, "Kılıcım benimle yaşamalı ve benimle ölmeli. Yıldırım Hazinesi'ni ise geride bırakacağım."
Zong Zi Heng'in en çok korktuğu şey, Yıldırım Hazinesi'ydi. Onu görünce bir an düşündü ve tılsımı kaldırdı, "Wuliang Sekti'nin akıbetini sen belirleyeceksin."
"Merak etme İmparator, affedilmez günahlar işledim. Ayrıca İmparator'a rakip olabilecek güçte değilim."
"Pekala, gidelim."
Zong Zi Heng, Zong Ming He'ye son bir bakış attı. Gözlerinde neşe ya da üzüntü yoktu; yalnızca kayıtsızlık vardı.
İkili ruhani güçlerini en aza indirdiler ve kimsenin ruhu duymadan kılıçlarına binerek Shu Dağı'ndan ayrıldılar.
Alacakaranlık yerini yavaş yavaş aydınlığa bırakıyordu. Zong Zi Heng annesine saygı sunacağı bahanesini kendi kendine özgürce hareket edebilmek için uydurmuştu. Zong Zi Xiao akşam olana kadar onun Shu Dağı'nda olmadığını fark etmeyecekti. Zhangyang'a uçması için birkaç saat yeterli olacaktı.
Bulutlar süzülürken Shu Dağı gözden kayboldu. Zong Zi Heng son bir kez geriye baktı, eğer bu ondan sonsuza dek ayrılışıysa, Zong Zi Xiao'yu son bir kez daha görmek istiyordu.
Zhangyang, Yangtze Nehri'nin güneyinde bulunan küçük bir şehirdi ve o zamanlar annesinin ailesinin mensup olduğu Shen Klanı'nın merkeziydi. Güzelliği nedeniyle Dul İmparatoriçe* tarafından kabul edildikten sonra saraya alınmış ve uzun bir eğitim sürecinden geçmişti. O ve Zong Ming He birbirlerinin çocukluk aşklarıydı.
ÇN: Zong Ming He'nin annesi, Zong Zi Heng'in büyükannesi.
Her şey kaderin eseriydi.
Birkaç gün önce oraya mezarı taşımak için gelmişlerdi ama o gün aceleleri olduğu için etrafa pek bakamamışlardı. Şu andaysa hava hala karanlıktı ve hiçbir şey görünmüyordu. Zong Zi Heng o gün bırakmış olduğu ruhani güç izini takip ederek Shen Shi Yao'nun mezarını buldu.
Shen Shi Yao'nun ruhu çoktan Yıldırım Hazinesi tarafından parçalanmıştı. Üç diyarda, mezarın içindeki kurumuş kemiklerinden başka geriye hiçbir şeyi kalmamıştı. Bunları düşünürken Zong Zi Heng yeniden hüzne boğuldu.