Etrafı incelerken Yan Shu'nun yeraltındaki bu yeri karanlık bir labirent gibi inşa ettiğini, çıkış yolunu bulamayacaklarını fark ettiler.
Neredeyse yarım gün geçtikten sonra birinin sesini duyabildiler─ dışarıdan gelen ses Qi Meng Sheng'in sesiydi ama ne yaparlarsa yapsınlar duvarları aşamıyorlardı.
Qi Meng Sheng, Chen Xing Yong ile birlikteydi, diğer duvarın arkasından Li Bu Yu'nun sesi duyulabiliyordu ve Xu Zhi Nan ise hiçbir yerde bulunamamıştı.
Hiç kimse tam olarak kaç kişinin düştüğünü bilemiyordu. Kat kat ağır taş duvarların çevresinde kimse birbirinin yanına nasıl gideceğini kestiremiyordu. Duvarı yıkmak için kendilerini zorlarlarsa, diri diri gömülme riskiyle karşı karşıya kalacaklardı.
Üçü kolayca bir kaos duygusuna yol açabilecek mutlak karanlığın içinde taş duvara kayıtsızca yaslandı.
"Acaba babam bu sefer bizi kurtarmak için hangi yöntemi düşünüyor?" dedi Zong Zi Xiao somurtarak, "Zong Klanı'nda taşları çökmeden yerinden oynatacak bir büyülü silahımız yok gibi görünüyor. Dage senin aklına bir şey geliyor mu?"
Zong Zi Heng başını salladı, "Benim de şu anda aklıma bir şey gelmiyor. Elle taşları teker teker oynatmanın ne kadar süreceğini merak ediyorum."
Daha sonra uzun bir sessizlikten sonra iç çekti, "Korkarım ki bu duvarları yalnızca Xu Dage Altın Oymalı Yeşim Zırh giyerek kırabilir."
Zong Zi Xiao soğukça homurdandı, "Henüz sekt lideri bile değil nasıl Altın Oymalı Yeşim Zırh giyebilir ki?"
"...Doğru." dedi Zong Zi Heng, başlangıçta Xu Zhi Nan'ın bir sekt lideri olmamasına rağmen Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası'nı aldığını düşünmüştü. Fakat her halükarda Altın Oymalı Yeşim Zırh'ı alamazdı çünkü o Chunyang Sekti'nin en değerli hazinesiydi.
"Bizi tuzağa düşürmeyi mi yoksa karanlıkta bize gizlice yaklaşmayı mı planlıyor?" dedi Hua Yu Xin ve yerde otururken dizlerine sarıldı.
"Bunu kestiremiyorum, fakat şu anda o da yeraltında olmalı," dedi Zong Zi Heng yumuşak bir tonla, "Hua Hanım, korkmayın. Burada mahsur kalan tek kişi biz değiliz, Yan Shu da burada. Kaçmaya kalksa bile bize dokunmaya cesaret edemez."
"Ben ondan korkmuyorum," dedi Hua Yu Xin ve dudaklarını büzdü, "Karanlıktan korkuyorum."
Zong Zi Heng'in kalbi yumuşadı ve aniden acımayla karışık bir şefkat hissetti, "Sorun yok, uzun süre yanacak bir tılsım çizeceğim."
İki eliyle havaya bir tılsım çizerek oldukları yeri aydınlattı.
"Ruhani gücünü böyle şeylere harcama," dedi Zong Zi Xiao öfkeyle. İkisinin arasındaki o kıvılcımı anlaması için onlara bakmasına bile gerek yoktu.
Yaşları, aileleri ve görünüşleri bakımından bu iki insan mükemmel bir uyum içindeydi ve önlerinde henüz tamamlanmamış bir evlilik anlaşması vardı. Sanki cennet tarafından belirlenmiş bir eşleşme gibiydi. Bunu düşünen Zong Zi Xiao'nun kıskançlıktan yüzü sirke satıyordu.
"Boşa harcamıyorum."
İkisinin de de başları öne eğikti, sanki her şey anlaşıldığı için hiçbir söze gerek yokmuş gibi hafifçe gülümsüyorlardı. Zong Zi Xiao yanlarında fazlalıkmış gibi hissediyordu.
Zong Zi Xiao yumruğunu sıktı ve duvara yumruk attı, "Uçan Tüy Elçisi!!"
Qi Meng Sheng duvarın arkasından bir "Mn." sesi çıkardı.
"Gong Shu Ju hala sende mi?"
"Evet."
"Taşı küçültürsek dışarı çıkabilir miyiz sence?"