Daming'e dönüş yolunda, Zong Zi Xiao ne Zong Zi Heng'e baktı ne de tek bir kelime söyledi. Sanki kendine görünmez bir sınır çekmişti, etrafına öfke ve karşı çıkış dalgası yayıyordu.
Zong Zi Heng onun kızaran ve şişen yanağına baktı, hala kızgındı ve hayal kırıklığına uğramış hissediyordu. Yol boyunca doğru şekilde yetiştirilmemiş olan kardeşini düşündü, onun böyle disiplinsiz olması yüzünden kendisini suçluyordu. Yürüdükçe ve düşündükçe ona olan öfkesi de giderek azalmıştı.
Zong Zi Heng hızlıca adım atıp önüne geçti ve onun çenesini kavradı, "Dage yüzüne bir baksın..."
Zong Zi Xiao ifadesiz bir şekilde yüzünü çevirdi ve ileri doğru yürüdü.
Zong Zi Heng usulca iç çekti.
Kışın sonuna doğru, Daming'e kar yağmıştı. Oldukları mesafeden, Jiuzhou'nun merkezi olarak bilinen bu şehir, tamamen karla kaplanmış gibi görünüyordu. Dağınık binalar, satranç tahtasına yayılmış düzensiz taşlar gibiydi.
Wuji Sarayı'na döndükten sonra Zong Zi Heng dinlenmek için odasına gitmemiş, bunun yerine doğrudan İmparator Ning Hua'dan özür dilemeye gitmişti. Huang Hong ve Huang Wu'nun mektubu Daming'e onlardan önce ulaşmış olmalıydı.
İç saraya vardığında Zong Ming He ve Li Xiang Tong'la karşılaştı.
Zong Zi Heng yere diz çökerek onları selamladı, "Oğul, babasına ve İmparatoriçe Anne'ye saygılarını sunar."
Li Xiang Tong, Zong Zi Heng'e yukarıdan baktı, ses tonu soğuktu, "Heng Er, bu seyahatinde bir şeyler başarabildi mi?"
"İmparatoriçe Anne, azılı hırsız Chen Xing Yong'u yakaladım."
"Ah, o halde üç yıl önce Chu topraklarındayken sana ve Xiao Er'a yapılan saldırıdan kimin sorumlu olduğunu da öğrenmiş olmalısın?"
"...Henüz değil."
"Henüz değil mi? O zaman onu tutuklamanın ne anlamı var?" dedi Li Xiang Tong, sesi keskinleşmişti, "Üç yıldır, sana ve Xiao Er'a bir şey olursa bunun ikinci kardeşinin yararına olacağına dair bazı aşağılık söylentiler sarayın içinde ve dışında dolaşıyordu, değil mi?"
Zong Zi Heng'in ifadesi aniden değişti, "Bu oğul hiç duymadı. Fakat bu saçma söylentiler...kendi kendine durulacaktır."
"Kendi kendine mi durulacak?" dedi Li Xiang Tong ve kaşlarını çattı, "Nasıl kendi kendine durulacak? Hem ikinci kardeşin hem de ben, adımızı temize çıkarman için sana güveniyorduk. Sen gerekeni yapmadığın gibi bir de Huang Wu ile Huang Hong'un emirleri yerine getirmesine engel oluyorsun. Dirseklerini hangi yöne çevirdin?*"
(Bu Çince bir deyim, dirseklerini dışarı doğru çevirmek bencillik anlamına gelir. Dirseğini içeri doğru çevirmek ise, kişinin kendi kendini hiç düşünmemesidir.)
"Bu oğul, bu oğul, hala araştırıyor. Chen Xing Yong'un verdiği ipuçlarına göre ben..."
"Kes sesini!" diye öfkeyle kükredi Zong Ming He, "Sarayın dışına yine çıktın. Bu sefer küçük kardeşini tehlikeye atmakla kalmayıp, Chen Xing Yong'u yakaladığın halde kardeşinle sana saldıran asıl kişiyi öğrenemedin. Üstelik buraya getirmen gereken Gong Shu Ju'yu da onlara geri verdin. Hiçbir başarın olmadığı gibi, işleri mahvetmekten de geri kalmıyorsun!"
Zong Zi Heng o kadar rahatsızdı ki, ateşte kavruluyormuş gibi hissediyordu. Karşısında duran insanı iliklerine kadar donduran buz dağına karşı alçakgönüllülükle başını eğdi ve fısıldadı, "Lütfen beni affet, baba."